Bir ALLAH dostu görmüş de anlatıyordu rüyasında...
Ben de ondan dinledim.
Sonra rüyama girdi.
Hafızamda kalanları topladım.
Siz de dinleyin:
Orta boy, etine dolgun, geniş omuz,
Siyah uzun saçları kulak arkalarına doğru yele hâlinde...
Geniş alnına karışık bukleli bağları düşük, sol gözünü bir bukle saç daima örtmede...
Hafif mukavves bir burun,
Kalın ve muntazam bir dudak,
Seyrek iri beyaz ve temiz dişler,
Burun kanatları daima vücudu ile birlikte açınıp kapanmada,
Yağız bir yüz,
Siyah, çenesini dört parmak mütecaviz, karışık, içinde hafif ak bulunan, rüzgara baş eğen bir sakal süslemekte.
Sırtını bile istilâ etmiş kıllı bir vücud...
Yalınayak, baş açık,
Dünyaya bakmayan, başka âlemleri seyrettiği belli âteşin gözler...
Elleri iri parmaklı, üstleri kıllı, kimi yeri yırtık fakat temiz bir maşlaha sarılı, elinde kalın iğri büğrü bir asa...
Omuzunda küçük bir tulumda su..
Ateşin çöl,
Develer,
İşte Karanlı Hazret-i Veysel karşınızda...
Çölde nasıl hararetten, baktığımız zaman her taraf ihtizaz hâlinde görülürse.. Veysel'in her tarafı “ALLAH” lâfz-ı Celîli ile durmadan ihtizaz hâlinde.. Dudakları daima aralık, bu lâfız ciğerinden geliyor..
Dilin söylediği “ALLAH” değil...
Bütün zerrâtın zikri ile hemâhenk...
Sağ el avucu içinde “siyah bir nûr”...
İnsan gözü büyüklüğünde...
Veysel'in “televizyon” âleti...
Her hakikati aksettiren siyah renkli bir ayna.
Veysel'in gıda ile alâkası yok.
Bulursa yer, bulamazsa arzusu yok.
Onu ALLAH doyuruyor...
Hem de bizim doymak, yemek diye bildiğimiz tarzda değil..
Çölde, her yerde ALLAH ile Resûlullah arasında bütün ruh ve cesedi ile her an raks ve seyahat hâlinde Veysel...
Veysel muazzam bir barut yığını hâlinde olduğu için ateşi nûr olan Resûl'ü görmemiştir.
Zira ateş alır, ân-ı vahitte infilâk ederdi.
ALLAH lâfzı karşısında, hiçlik, yokluk, fakirlik timsâli.
ALLAH lâfzının durmayan insan şeklinde ahengi...
Âlem-i misâlde Hazret-i Veysel'i bu hâlde, bu şekilde gördüm..
Kendisine:
“Seni herkese anlatacağım yâ Veysel!” dediğimde; kalın dudakları iyice açıldı, tebessüm etti ve:
“Çok uyuyan gözden, çok yer karından sana sığınırım yâ İlâhî!” söyledi..
Bu tebessümü izin bilerek ben de gördüklerimi anlatıyorum:
Kum çölünün namütenahi zerrelerinin ve kızgın havasının zikr-i ilahisine kendini kaptırmış, bütün zerrât ile “ALLAH”ı haykırıyor.
Veysel'in, bir an bile bir şey ALLAH ile arasına giremiyor.
Veysel iş yaparken, Veysel konuşurken bile bütün vücudunun zerrâtı gözle görünür şekilde daimî zikir ve harekettedir.
Veysel görünürde mâmurelerden uzak bomboş, çölde dolaşıyor.
Fakat mâmurelerde olanlar boşlukta.
Veysel hakikî mâmureye, yakın ve onu seyr hâlinde..
Dünyanın en murassa, en muhteşem libaslarından daha kıymetli bir hırka. Üstünü Resûlullâh'ın kendi giydikleri ve Veysel'e hediye ettikleri hırka süslemekte;
O hırkaya melekler, bizim gözümüzle görünmeyen yüzlerini sürmekte... Fahr-i Âlem'in vücûdunun harareti ile, gül kokusu ile ısınmış ve ıslanmış bir hırka..
Kimbilir hangi mübârek hayvanın yünü ile dokunmuş bir hırka..
Cebrail'in içinde Resûl'ü gördüğü hırka.
Belki eli ile meshettiği bir hırka..
Zü'l-Celal'in nazar-ı akdesinin her an çevrildiği Resûl'ün mübârek vücudlarını örten hırka...
Nazar-ı İlâhî ile daima yıkanan bir hırka...
Bu hırkanın altında olanı düşün...
O hırkanın hediye edildiği insanı tefekkür et..
Gıpta hududunun çok üstünde bir nazarla seyredilecek bir hırka...
Basit bir hırka fakat cihan değer bir hırka...
Şakası yok, “Hırka-i Şerif “'dir bu hırka,
İzn-i İlâhî ile giyilen bir hırka,
Öyle bir hırka ki her türlü libâsa arız olan güve ve haşeratın, sineğin edeb duyup yanaşamadığı bir hırka...
Hemasır olduğu hâlde Veysel, Resûl'ü görmemiştir.
Veysel Resûl'den ALLAH'a değil, ALLAH'dan Resûl'e teveccüh ettiği için görüşmeleri Murâd-ı İlâhî hududu dışında kalmıştır.
Velîler ALLAH'ı seyrederler.
Resûlullah yardımı ile Resûller ALLAH'dan halkı seyrederler.
Bu lâf çok ince bir hâli ifâde eder.
Bunu çözmeğe çalışın, gözleriniz açılır.
Hem de nasıl açılır.
Kendinizi bile göremezsiniz.
Hazret-i Resûl, Veysel için:
“Yemen tarafından Rahmâni nefes alıyorum.” buyurmuştur.
Bu ne demektir?
Veysel, Resûl'ü kâinatta cereyan hâlinde bulunan, her an tecellîsi berdevâm, esmâ-i ilâhîyede görmüştür.
Rabbü'l-Âlemîn ve Resûl'de erimiştir.
El-BASÎR esmâsı ile değil,
El-HAYY, El-Kayyûm esmâsı ile görmüştür Resûlullah'ı Veysel...
Veysel, Cennete girmeyecek..
Aslen kendisi Cennettedir.
Sonradan girme değil..
Ceseden, ruhen ALLAH'da eriyen için Cennet kelimesini konuşmak abes olur..
Veysel'in her teneffüs edişinde ALLAH'ın RAHMÂN esmâsı koku şeklinde tecellî ediyordu.
Vücûdunun her zerresi esmâ-i ilâhiyeyi haykırıyordu.
Onun için yakın-uzak, uzak-yakın yoktur.
Derya içindeki suyun bir kısmının yerini tâyin edebiliyor musunuz?
O her deryadadır.
Veysel'in her türlü hareket ve efali Ashâb-ı Kirâm'ı bile hayret ve düşüncelere garketmiştir.
Hazret-i Veysel Aşk-ı İlâhî’nin tâ kendisidir...
Rızâ-yı İlâhîde rızâlaşmış insandır.
Görmeden inananların en büyüğü, en şereflisi,
Resûl'ün methettiği, hırkasını hediye ettiği İnsandır.
Sünnet-i Resûl'ün, Sîret-i Resûl'ün tam kopyasıdır Veysel...
“Analara itaat ALLAH'a ve Resûl'e itaattir.”
Hadîs-i Resûl zincirinden ayrılamadığı için,
Anasından aldığı izin hitama eriyor diye,
Resûl'ü evinde bulamadan,
Yarım saat daha beklemeden geri dönen Veysel.
Emr-i Resûl'ü, Cemâl-î Resûl'e tercih eden insandır Veysel...
Çünkü;
Gözle Resûl'ü görmeden,
HAYY gözü ile Resûl'ü gördüğünden,
Beşerî mülahazalara kapılmak istemeyen Veysel...
Derya içinde bulunan balıkların hiç dışarı çıkıp da deryayı seyrettiklerini gördünüz veya İşittiniz mi?
Her tarafı kaplayan “Nûr-u Muhammedi” deryasında balıktır Veysel..
Hiç deryadan dışarı çıkmak ister mi?
Deryâ-yı Muhammedi'nin içinde durmadan cevelân eden Veysel deryadan dışarı çıkamamıştır.
Çıkamaz, zira, “ALLAH” öyle murad etmiştir.
Ve beşere bir numune vermiştir. O da Veysel'dir.
RAHMÂN esmâsınm pınarında abdestli olduğu için kokusunu Medine'den Resûl-i Ekrem almıştır...
Nasip kesiliyordu, visal âleminden ayrılıyordum..
Gülerek Hazret-i Veysel bana bağırdı:
“Hadi, evlât! Abdestli gez, bir an bile abdestsiz durma!..
Uykudan sakın, çok yiyen olma!..
Dudakların Resûl'e müteveccih olsun!..
Senin haberin olsa da olmasa da kalbin daima ALLAH'ı haykırıyor..
Onu kendi hâline bırak..
Son nefeste “ALLAH” demek kalbin bu haykırışının son nefesini RAHMÂN suyu ile abdest aldırmak olduğunu da unutma.
Ruhun Huzûr'a abdestli giderse Melekler seni istikbâle çıkarlar..
Bu söylediklerim dünya sözü değil ruhanî âlemden öğretilen sözlerdendir. Duamı oku, tasınla içir hastalarına, sevdiklerine, ben sana hibe ediyorum!..”
Mukavves : (Kavs. den) Yay gibi bükülmüş ve eğri olan. * Kavis teşkil etmiş, bükülü.
Mütecaviz : (Cevâz. dan) Hücum eden, tecüvüz eden. Haddi aşan, geçen. * Sataşan, saldıran. * Sarkıntılık eden. * Çok, fazla.
İstila : (Vely. den) Kaplamak, yayılmak. * Ele geçirmek. İşgal etmek. * Meydanın sonuna erişmek. * Basmak. Galebe etmek.
Hem : f. Birlikte, beraber olmak mânasını ifâde eder.
Hem ahenk : Ahenkli. Aynı ahenk içinde.
İnfilak : Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.
Timsal : Resim, suret, sembol, nümune. Tasvir. Bir şeyi başka bir şeye benzetmek. Heykel.
Ma’mure : İnsanların bulunduğu bayındır yer. Ma'mur olan yer. Şehir, kasaba.
Murassa’ : Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı. * Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş. * Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit. * Bir nevi yazı.
Muhteşem : Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.
Hırka : Bez parçası. Bezden mâmul elbise. * Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.
Ârız : Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan. * Bir şeyi arz ve takdim edici olan. * Kalın ve geniş bulut. * Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri. * İnsanın yanağı. * Hasta olduğundan dolayı kesilen deve. * Seyrek sakallı kimse. (Bak: İctima-i zıddeyn) * (Arz. dan) Gelen. * Tesadüf vakıa. * Dağ, bulut. v.s. gibi görmeye mâni olan herşey. * Yanak.
Hem asır : Aynı asırda.
Berdevam . f. Devam üzere. Devamlı sürüp giden.
Hitam : Son, nihayet. * Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
Mülahaza : Mütâlaa. Dikkatle bakmak. İyice düşünüp bir işin hakikatını tetkik etmek. Tefekkür, düşünce.
Cevl : Tavaf etme.
Cevelan : Sonsuz dönüş.
İstikbal : Ati, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.