Kader oluğu altında uyu!..
Uyurken sabra yaslan, önce uyur görün, sonra tam uykuya dal!..
Hakikate erişirsin.
Ta'zim insanı küçültmez, bilâkis yüceltir.
Doğruların yıkılışı bir an işidir.
Çünkü bunlar şâhın kapısında beklerler.
Halkı “HAKK”a çağırmaya memur edilmişlerdir.
Bunlar, ellerini birbirlerine vurduğu zaman gözden kaybolacak kadar küçül!.. Başına gelecek bir iş olursa sabır eliyle karşıla!
Şifâ buluncaya kadar dur; bağırma, çağırma!..
Şifâ gelirse şükr eliyle al!
Celâl perdesi açılırsa secdeye kapan!..
ALLAH, Peygamber sevgisini, fakirlik hâli ve belâ takip eder.
Belâ karşısında dağ gibi olmalısın...
İman sahibinin çoğu hâli, sıkıntıyla geçer.
Elindeki şeyler çok bile olsa yine de sıkıntı içindedir.
Çünkü, bağlanmış olduğu birçok prensipler vardır.
Onları yerine getirmek güçlüğü içinde kıvranır.
Dünyada ancak bir prensibe bağlı olmayanlar rahat eder.
Onlar da hiçbir dîne söz vermeyen dinsizlerdir.
“ALLAH'dan başka ilâh yok.” dediğin zaman bir dâva peşine düşmüş, oluyorsun.
Her dâvada Şâhid isterler.
Şahidi olmayan dâvayı kaybeder.
Bu durumda Şâhid, emirleri tutmak ve yasakları bir yana atmaktır.
Bu lâf boş değildir.
Derinliğine süzül, dal!..
Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez ve hiçbir amel de ihlâs olmadan makbul değildir, ihlâs Peygamberin yoludur.
Eğer kapına gelen dilenci bir hediye getirseydi, hemen alırdın.
“Bana mı?” demezdin...
Hiç geri çevirmek istemezdin...
“İman sahibinin ferasetinden sakının Çünkü o, ALLAH'ın verdiği nûrla bakar!..”
İbâdet, gelip geçici şeyleri muayyen bir zaman için terk demektir. Sözlerimizin değeri ve tefsiri, manevîdir.
Burada maddenin sözü geçmez.
ALLAH yolcusunun iç âleminde aksaklık göremezsin...
Kerem sahibi olmak için, ilâhi ve kudsî sırları saklamak şarttır.
Aza kanaat, nefsin kısmetini kaçırmak değildir.
Ağlamak, ibâdettir.
Ağlamak, dikkat buyurun, HAKK'a karşı tevazu’ göstermenin şiddet hâlidir. Aklı kalbe çevir, kalbi sır yap, sırrı yokluğa ilet, yokluğu varlığa çevir...
Ondan sonra kendini bir seyret bakalım.
Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme!
Herkese iyi niyet besle!
Ancak, cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yap, geri durma, bu ibâdet sayılır.
Dünya âhirete perdedir.
Âhirete dalmak ise dünya ve öbür âlemin Sahibine perdedir.
Yaradılmışlara dalmak, Yaratan'dan ayırır.
Hangi yaratığa gönül kaptırırsan ruh pencerene perde çekmiş olursun...
Velâyet hâlinin işareti vardır.
O işaretler, velîlerin yüzlerinde okunur.
Onu anlayış sahibleri sezer.
O işaretler, velâyet hâlini anlatmağa yeter.
Dile hacet yoktur.
Kalbinizi dünyaya kaptırırsanız, Rabbinizin yüce makamı perdeler arkasına girer, ruhanî hava tarafınıza esmez.
ALLAH hem Azîz, hem de Celîldir.
Hiç kimsenin kadere yüklenerek hak taleb etmeğe yetkisi yoktur.
Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar.
Her ferahlıkta bir darlık saklıdır.
Her belâ bir iyiliğin öncüsüdür.
Siyahla olduğunuz zaman katiyyen beyazı unutmayınız!..
Bu mânâ âlemi ile ilgili bir sözdür.
Edebli olunuz!..
Nefsini çok kırma, onun da dünyada bâzı alacakları vardır.
Bir şeye iptilâ bir imtihandır, herkese nasip olmaz.
Herkes iptilânın neden geldiğini farkedemez.
Ancak binde bir kişi anlar.
Anlayınca da HAKK'a döner, îptilâ insanı ayıltmak için gelir, uzlet bir ibâdettir.
Temizlik dıştan içe geçmez.
Bir insanın iç âlemi temiz olunca, kalbi nûrla dolar; iç, sonra nefis, sonra beden temizlenmelidir.
Önce evin içini yap, kapısını sonra takarsın... iç yapılmadan, dışının yapılmasında hayır yoktur.
Yaratıcı olmadan yaratılmış olmaz.
Ev olmayan yerde kapı da olmaz.
Harap olmuş yere kilit asan olmaz.
Âhiret olmayan yerde dünya olmaz.
Hiç kimsenin göğüs boşluğuna ALLAH iki kalb koymadı.
Bir şeyler istiyorsan, her şey teslim edilmez...
Yanlışın var...
Şâhid isterler, mihenk taşına vururlar, ayarını ölçerler.
Bakırı altın diye satman kabil olmaz.
Her şeyi ehli bilir...
Kış ve yaza inanmak, onları olduğu gibi kabul etmek, onların eziyetini hafifletir.
İşte belâlara da inanmak bunun gibi bir şeydir.
HAKK'tan geldiğine inanmak ve sabırlı olmaktır.
Sabırlı insanlar, ALLAH'ın heybet nûru altındadırlar, ölüdürler.
Hayat insana emânet verilmiştir, ibâdet için verilmiştir.
Dünyada her şey emânettir.
Rızkın için üzüntüye düşme, o seni arar, o kadar arar ki sen o kadar arıyamazsın...
Ateşten o kadar korkma...
Sanki ona tapıyorsun!
Dünyadaki cennet onun yakınlığıdır.
Âhiretteki asıl cennet ise, onun varlığına nazardır.
İman sahiblerinin kalbi yaratılmadan, îmanları yazıldı.
Bu geçmişin bilgisidir...
Bunun üzerinde münakaşa caiz değildir.
Ona dayanarak hüküm yürütmek doğru olmaz.
Bizden evvel gelen sahabe ve uyanlara yeten bir din bize nasıl yetmiyor?
Bu sözleri söyliyenin yanında doğruluk vardır.
Onunla her dinsizin ve münafıkın kellesini keser...
Doğruluk, yeryüzünde ALLAH'ın kılıcıdır.
Hangi şeyin üzerine konsa onu keser.
Hayır, iki kelime üzerinde toplanmıştır..
ALLAH'ın emrini yüce bilmek ve kullarına şefkat göstermek...
İçi bozuklara ancak ALLAH yolcuları güler, buğz gösterir.
Tövbe, bir kuvvettir. Her iyiliğin kalbi sayılır, iç âlemi temizler.
Tövbeyi önce kalbinizle sonra dilinizle...
Din emrinin hazır olmadığı bir yerde zındıklık başlar.
Cennet derece, makam arayanlar içindir.
Manevî tüccarlar onu ararlar.
Oruç içinde oruç, bahçe içinde bahçe, ev içînde ev vardır, iman ve irfan sahibi ALLAH'dan dünyayı istemez.
Âhiret talebinde bulunmaz.
Mevlâ'sından “Mevlâ”yı ister.
İnsanların iç âlemlerini, HAKK ile olan bazı hâllerini sezmeyen onlara hürmet edemez.
İbâdet bir sanattır.
Hazine ALLAH'ın birlik nûrunu kalbine doldurmaktır.
ALLAH'ı zikreden daima diridir, ölmez.
Bir hayattan öbür âleme geçer.
Bir andan fazla ona ölüm gelmez.
Yazın geldiğine hakikaten inanmayacak olursan, ensen yandığı, zaman inanırsın...
İyi kullar, öbür âleme intikal ettikleri zaman nimet içine düşerler.
Nimet sevdikleri için verilmemiştir.
HAKK'a uydukları için verilmiştir.
Ateş nedir ki îman sahibi ondan korksun?
Ateş; İman sahibinden korkar ve kaçar, ALLAH'a sığınır.
İman ve ihlâs sahiblerinden kaçmamak, o cehennem ateşinin haddine mi düşmüş?..
İman sahiblerine dil uzatma, ona eziyet etme, gıybet etme!..
Sakın hem çok sakın!
Sonra yine sakın!
İman sahiblerine taarruz etme, onlara kötülük isnad etme!
Onların üzerine titreyen bir sahib bulunmaktadır...
Kısmetini atıp yiyen taat içindedir.
Kader bahsine cehâlet ayağıyla vurmayınız!..
Kader ilminin geçmişte yazdığı şeylere dokunmak olmaz...
Bu güzel hâllerini anlattığımız kimselerin tutumları seni mestediyor.
Fakat bu, eline bir şey getirmez.
Onlar gibi olmağa çalışmak lâzımdır.
Temenni hiç kimseyi kurtaramaz, temenni ahmakların çukurudur.
Kurtuluş; yolu, ümit ve korku birlikte yürünürse kazanılır...
Böyle bir ermişi, rüyada görmüşler ölümünden bir müddet sonra...
“Rabbın sana ne gibi işler yaptı” diye sormuşlar.
“Haberim yok!” demiş.
“Bir ayağımı sırat köprüsüne koyduğum zaman öbür ayağımı Cennette gördüm.” demiş...
Ayık olun, insanda bir et parçası vardır.
O iyi olunca bütün duygular güzelleşir.
O, fesada uğrarsa, bütün duygular iyiliğini kaybeder. işte o et parçası kalb'dir...
Bunu anlamak iç zenginliği yapar, iç zenginliği olmayan duygusuz yaşar; İbadet, ona bir zevk vermez, iç zenginliğinde, ruhun erimesi lâzımdır. Secdeye vardığın zaman, hakikî varlığın serinliğini duyuyor musun?
ALLAH insana sahib olmasa her şey ondan el çeker...
İman sahibine eziyet etmek, Kâbe'yi onbeş defa yıkmaktan, günah itibariyle daha büyüktür.
Peygamber'e sevginin şartı, fakr hâlidir.
ALLAH sevgisi için de belâ şarttır...
Her velâyet hâlini belâ takibeder.
Sebebi, ALLAH sevgisi iddia edilmesin diye...
Ölümün gelmesini bekleme!
Ölüm ânında bütün kapılar yüzüne kapanır; tövbe etmeye gücün yetmez olur.
İhsan kapısı kapanmadan acele et!
Ölüm; iman sahibini sevindirir, küfür ehlini ürkütür, münafıkları korkutur.
Hatalı işlere karşı susmak yasaktır. O zaman konuşmak ibâdet sayılır.
Sabır, yardımcı çağırır,
İnsanı yükseltir,
İnsanı azîz kılar...
Tek olmağa alışırsan, “BiR” olandan ülfet ve birlik gelir.
Âhiret sevgisinin zerresi kalbinde yaşasa, ilâhi nûr senden uzak durur... Ayık ol!
Sonra yazık olur.
HAKK katına ancak doğruluk adımlariyle vardır.
Haram yemek, din cesedine zehirdir.
Yollar geniş ve serbest, fakat siz, görmüyorsunuz.
Nefis, dünyada: “Yap!” der.
Öbür âlemde: “Niye yaptın?” diye sana çıkışır.
ALLAH dostu; sessiz, sözsüz haykırıyor!..
Sözümü kabul ediniz!
Benden daha güzel söz eden olmaz.
Yeryüzünde bu asırda benden daha sağlam ve güzel söz eden bulamazsınız. Fakat bunları benden bilmeyiniz!
Kuvvetim HAKK'ındır.
Onun bîhuruf-u lâfz-ı kuvveti dili ile söylüyorum.
Ve bunları halk için yaparım, benim için değil...
Hastaları ziyâret ediniz!
Cenaze törenlerinde hazır bulunmağa gayret ediniz!
Çünkü bunlar, bu âlemin ötesinde bir başka âlemin varlığını hatırlatır. Yakında her şeyle aranız açılacak.
Bu ayrılış size danışılmadan yapılacak, ayrılacaksınız.
Sizi ferahlandıran cümle eşya yürüyüp gidecek; giderken sizden izin almıyacak.
Dikkat buyurun!..
Çok dikkat edin!..
“Siz yürümiyeceksiniz, eşya yürüyüp gidecek!” diyoruz.
Her şey açık söylenemez, ifâde kuvveti yetmez.
Yukarıdaki sözü tekrar tekrar okuyunuz!
Çok rica ederim, mümin kardeşlerim!..
Göçtüğünüz âlemde yorulacaksınız, güçlükler sizi saracak.
Yüzünüze bakan olmayacak.
Sebebi öbür âlemi dünyada hatıra getirmediğinizdendir...
İnsanlara ve fâni varlıklara güvenen kimse, rahat olamaz...
İlmi artanın korkusu da artar.
Sözlerimizin sertliğine gücenmemenizi rica ederim!..
Sabır, zilleti izzete tebdil eder.
İman gözüyle her şeyin taksiminin ALLAH tarafından olduğunu görüp anlayan, bir şey istemek için utanç duyar...
Bir kimse ALLAH ile olursa; onu kimse ürkütemez, ne cin taifesi, ne de insanlar, ne yer haşeresi, ne de yırtıcı hayvanlar, hiçbiri o büyük zâtı korkutamaz.
Hiçbir yaratık o kişiye dokunamaz...
Zâhid, dünya ile âhiret,
Korku sahibi, Cennetle Cehennem,
İrfan sahibi, yaratılanla Yaratıcı arasındadır..
Önce gözünü kapayan perdeyi arala, sonra yalvar!..
Bu hâlde bulunan insanın hâline, ne insan, ne cin, cümle yaratıklar içinden bir tanesi bile akıl erdiremez...
Öğünmeyi hiçe sayanın, kötülemeleri kendiliğinden sıfıra düşer..
Muaz (r.a.):
“Gelin bir ânımızı imanlı geçirelim!.” dermiş.
Resûl'e şikâyet etmişler.
Resûl:
“Muaz'ı hâline bırakınız!” buyurmuştur.
Sabrın asıl mânâsı, HAKK'ın kazâ ve kaderine boyun eğmektir.
Cesedin gitmiş gibi bir ruhanî âleme dalarsın.
Bu işler sükûn ister, huzur ister, maddî şeylerin kalbden çıkmasını ister...
ALLAH, Kitâb-ı Celil'inde bâzı yaratıkları üzerine yemin eder.
Bu ALLAH'a mahsus bir sırdır.
Bu sırları bilenler her yerde, her şehirde ya vardır yahut kervanlar hâlinde geçerler.
Fakat hepsi de deve adımı gibi sessiz, gürültüsüz geçerler...
Bunları görebilmek, sohbetlerinde bulunabilmek için:
Rütbe ve mansıb dilenme!..
Çocuklar gibi sopadan ata binme!
Ömer'in devede iken kamçısı düşmüş, inmiş almış; başkasından istememiş; başkasına minnettar olmamak için...
Bilir misin!
Dağ benliğinden geçti mi sahra olur.
Çınar azametli bir ağaçtır.
Fakat aslı yerden kök salan bir tohumdur, ne bahtiyardır...
O susamış ki, yakan güneş altında Hızır'dan bir kadeh su dahi istemez...
Bu lâkırdılar herkes için değildir.
Zira ne derece mükemmel va'zu nasihat edersen et, koyunun kurt soyuna mazhar olması mümkün değildir.
Gayb hazînesinin âlem gözüne kapalı kapısının aralığından biraz bakalım:
Göz bir âlettir.
Dışardaki bir cisimden gelen ziyâ dalgaları o cismin şeklini dimağa kadar götürür ve biz o cismi görürüz.
Fakat cismi dışarda görürüz...
Kulak bir âlettir.
Dışardan gelen ses dalgaları kulaktan dimağa kadar girer, duyarız.
Fakat sesi daima çıktığı yerde duyarız, kulağımızda değil...
Burun bir âlettir.
Bir yerden koku dalgaları burnumuza kadar gelir.
Kokuyu burnumuzda duyarız, dışarda değil...
“Gören”, “duyan” kim?..
Kokuyu alan “sen”...
“Ben, kulum ile görür, işitirim!” buyrulmuştur.
“Koku alırım!” değil...
Bu küçük misâli hâlletmeğe bak!..
Bunun hâllinde “Feth” vardır.
Feth, kuvvetin bilinen sırrıdır...
Görünmede hüner yoktur.
Görünmeyeni görmede hüner vardır.
Beşerin anlama hududuna, ilâhi sır ve kuvvetlerin varlığı; ancak mu’cize, büyük tesadüf, şans kelimeleri ile girer ve beşer yine bunu gaflet hududundan çıkamadığı için şüphe hâlinde idrâk eder, reddedemez.
Hâdise vardır.
Anlamadığı hâdiseleri garip ifâdelerle mırıldanır durur.
Bu hâdiselerin arkasında ALLAH'ın dostuna verdiği bilinmeyen kuvveti gizlidir.
Bu gibi ALLAH dostları öldükten sonra dönmezler.
Kendi gözünü yumduktan sonra bizim gözümüzü açarlar...
Katreler, birleşme, visal kanununa uyarak dere,
Dereler yine aynı kanuna uyarak derya olur.
Cıva olma!..
Zerrelerini birbirine birleştir!..
Sertleş, gümüş ol!..
Kötü söz, yabani ota benzer, sulamadan'da biter...
İyi söz, çiçek gibidir, çok itina ile bakılmak ister.
Bir adama, yüz kişi: “İyidir.” desin,
Bir kişi: “Adam, bırak onu!” dese; o yüz kişinin iyi demesini bastırır.
Bu da insanlarda bir hâlettir.
Her mesleğin taklidi olduğu gibi “Evliyâullahlık” mesleğinin de taklidi, sahtesi olur.
Çok dikkat et, çarpılmayasın!..
Donmuş sudan yapılmış bir testi, içi su ile dolu...
Testi, sudan ayrı bir madde gibi görünür.
Güneş buzdan yapılmış bir testiye vurunca hem testi, hem de içindeki su aynı olur bilir misiniz?..
Vahdet güneşinin huzmeleri olan bu güzel sözler bir bahtiyarın kalbine vurdu mu hep aynı olur...
İnsanın aynası gönlüdür.
Yüzünü ona çevir:
Kendini gör!..
Nifâk, bu gibi gizli işlere pek diş geçiremez...
Câhilin dili kalbi önündedir.
Âlim ve akıl sahibinin dili kalbi arkasındadır.
Nefis, Celâl sıfatının tecellîsine mazhardır.
En çok onda bu tecellî görülür.
HAKK, Cemâl sıfatının tecellîsini sever.
Bu sebeple iki tecellî bir arada olmaz...
Sabra alış; sabra tam alışan hâline razı olur.
Bu hâl, rızanın en basit, en küçük başlangıcıdır...
Nefer Râzi ile Rıza Paşa arasında çok fark vardır.
Her şey iyi olur, hoş gördüğün şeyleri öğersin, bu hâlin şükür olur.
Uzak kaybolur, yakınlık gelir.
Şerrin kaybolur, tevhid âlemi gelir.
Halk arasında zararlı bir şey kalmaz.
Her şeyi HAKK'dan bildiğin için halkın faydasını da bilemezsin...
Haz duyduğun şeyleri artık seçemezsin...
Bu âlemde her şey aynıdır ve eşittir...
Bütün kapılar bir olur.
Göze ancak HAKK görünür.
Bu hâli çok kişi bilmez.
Bunu bilmek az kişiye nasiptir.
Milyonda, ancak bir tane...
Zaman biter, nefisler tükenir, bu âlemi tam mânâsiyle bilen sizden bir tane çıkar...
Sabrın da zamanı geçer, nihâyete erer,
Fakat sabrın sonu çok iyidir ve mükafatı daima bâkidir.
Yarın toz kalkar, kimin atlı, kimin yaya olduğu görülür...
Dünya hikmetler âlemidir, âhiretse kudret âlemidir.
Hikmet için birtakım âlet ve sebepler gerekir.
Kudret için âlete ihtiyaç yoktur.
Kudret ancak HAKK'ın fiilî tecellîsiyle olur.
ALLAH her şeye kaadirdir.
Sebepsiz hikmetler yaratabilir...
Ancak kudret âlemi ile hikmet âleminin ayrılması için bunları yapar...
Âhiret âleminde her şey sebepsiz hareket eder.
Orada konuşmak için dile, dişe, havaya ihtiyaç yoktur...
Orada duygular dilsiz konuşur...
Çünkü tekvin-i hakkânî tecellî eder,
İlâhî kudret kendini gösterir...
“Duygularınız, hatalarınızı anlatırken sebeplerin dili tutulur.”
Bu son cümlede ciltler dolusu manâ gizlidir.
O gün, bütün sırlar faş olacak, perdeler açılacak ve yıkık viraneler meydana çıkacak...
Bu isteseniz de istemeseniz de olur.
Kaçmak ve kurtulmak olmaz...
Tevhid âlemi ve ilmi, dünya sevgisi taşımayanlaradır...
Bunun ötesi yoktur.
Edebli isen dinle!
Sesini kes, gözlerini yum, başını eğ, lâl ol!
İzin gelinceye kadar bekle...
Konuşma zamanı gelince, seni konuştururlar...
Konuşursun ama, o zaman varlığını kaybedersin...
Konuşmağa başladığın zaman, konuşmaların bütün dertlere devâ olur.
Ruhî hastalıklara, senin konuşman şifâ verir.
Her konuşman akıllara nûr saçar.
İman sahibi, Yaradan'a kavuşuncaya kadar rahat yüzü göremez...
Namazını kılabilen, oruç tutabilen mes’uddur.
ALLAH'ın yardımı olmasa bunları yapamaz...
Bu makam, şükür makamıdır...
Bunu bil!
Kendini beğenme makamı değildir...
İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.
Şükür makamında kalmağa gayret et!..
Katiyyen ve katiyyen doğruluktan ayrılma!.
Avam bunu bilmez, havas ehli demez, diğerleri kabule yanaşamaz...
Âlimler, ruhun mânâ ve ahvâlinden bahse Me’zundurlar.
Ruhun hakikatine dair sözler;
Avamı inkâra,
Dar kafalıları cidal ve kıtale,
Ehl-i hakîkatı helâke sevkeder...
Bu hakikati unutma!..
Sedef içinde inci gibi sakla!..
Hiçbir yerde bu söze rastlayamazsın...
Arslanların arslanı kadar cesur olmak lâzımdır.
Bu gibilerin düşmanları, çöldeki kum kadar sayısızdır.
Dostları, ALLAH ile aynı sayıdadır.
Bilakis : Aksine. Tersine. Zıddına.
Prensip : Fr. Umde. İlk unsur. Temel kanaat, temel düşünce. Temel bilgi * Man: Her çeşit münakaşanın dışında olan.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Tefsir : Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir. (Bak: İctihad).
İbtilâ : Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik. * İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
Uzlet : Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
Mihenk : (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
Ayar : Altın ve gümüşten yapılmış şeylerin saflık ve hafiflik derecesi. *Saadete, mutluluğa doğru gitme.
Caiz : Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit.
Münafık : İki yüzlü, araya nifâk sokan. Fitnekâr. * Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden. * Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
Buğz : Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet.
Zındık -Zendeka : Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)
Tâat : İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek. Temenni : Dilek. İstek. Duâ. Rica etmek.
Fesad : Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek. (Zıddı: Salâh'tır.)
Fakr : Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek. (Zıddı: Salâh'tır.)
Belâ : (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye. * Yaramaz nesne. (Bak: Sadaka)
Ülfet : Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.
Bî huruf-u-lafz : Harfsiz-sözsüz .
Bahtiyar : f. Bahtlı, talihli, mes'ud, mutlu, şanslı.
Hızır : İkinci tabaka-i hayat mertebesine mazhar olan ve Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde ismi zikredilen bir zât-ı kerim. (Bak: Meratib-i hayat)
Va’z : Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Gayb : Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. (Bak: Ahbar-ı gayb)
Katre : Damla. Su damlası. * Bir damla olan şey.
Hâlet : Suret. Hâl. Keyfiyet.
Huzme . Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki Şua’
Nifâk : Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. * İhtiyaca sarf olunacak şeyler.
Şerr : Kötü iş, kötülük. Fenâlık. * Kavga. * Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme. * Fenâ adam, fenâlık yapan adam, kötü adam. * Daha kötü, en kötü.
Hakkanî : Hak ve adalete uygun. Haklılığa uyar ve yakışır.
Tevhid : Birleme. Bir Allah'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illallah sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak. * Edb: Allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume.İnsanlar, Allah'ın birliğine inananlar ve birliğine inanmayanlar olarak ikiye ayrılır. Allah'a inanmayanlar sözü, aslında Allah'ın birliğine ve sıfatlarına inanmayanlar sözünün kısaltılmış şeklidir. Çünkü insanı ve kâinatı kim yaratmıştır? Sorusuna inananlar da inanmıyanlar da cevap vermektedir. İnanmayanların verdikleri cevaplardan "kendi kendine olmuştur" sözü hem mantıksızlık, hem de varlığı bir ilâh gibi tasavvur ettiklerinden kâinatta mevcut varlıklar kadar ilâh edinmiş olurlar. "Muhtelif sebepler ve şartların bir araya gelmesiyle yaratılmıştır" diyenler, sebepleri ilâh olarak kabul etmiş ve kendisine kâinattaki sebeplerin sayısı kadar ilâhlar edinmiş olur. "Tabiat yaratmıştır" diyenlere gelince: Tabiattaki varlıklar atomlardan meydana geldiğinden hem atomu bir ilâh yerine koymuş olur ve atomlar sayısınca ilâh edinmiş olur. Demek ki Allah'ın birliğine inanmayan inkârcılar, kendi düşüncelerinin ürünü olan ilâhlara tapan putperestlerden başka birşey değildir.
Faş : Meydana çıkmış. Yayılmış. * Anlaşılmış olan.
Lâl : f. Dilsiz. Söz söyleyemiyen.
Mes’ud : Saadetli, iman ehli olan, bahtiyar. Mutlu.
Avam : Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından. * Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan. * Halkın ekseriyeti.
Havâss : (Hâss - Hâssa. C.) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. * Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar. * Zenginler sınıfı. * Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat ve takva yolunda yükselerek mümtaz olan Evliyâullah. Herkesin hürmet ettiği büyük zevât. * Manevî te'sir için okunan duâlar.
Ahval : Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Me’zun : İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.