MANEVİYAT BAHÇESi – 1

-Ruhları, cehd ve manevî terbiye ile yüksek idrake erişmiş, Meşhudat Âlemi’nin dışında,zaman zaman mânevî seyahatlere çıkan içleri aydın kimselere hediyedir.-

Madde âleminde dolaşan, gayb âleminin malı ruh, bir “Var” dır ki, yok görünür ve kimsenin madde âleminde onu görmeğe yolu yoktur.

Bu köşede anlatılacakların hakikati ve mânâsı akıl ile değil ilâhî zevk duygusu ile anlaşılır....

Kendini yorma, oku geç, içinde zevk duyarsan kâfidir.

Bu zevk aklın şuûrlu zevki değildir.

Şuûrsuz gibi görünen asıl ruhun zevkidir.

Arı ile çiçek arasında gizli olan bal peteği gibi, zevk burada gizlenmiştir.

“İlim var, Fen var, Akâdemik bilgiler var!” deme, bu hududda bunların işi yok.

Hem de bunlarla hâlledilemiyor.....

Akıl ve mantık yürümüyor.

“Bu malzeme ile de hâllederim!” deme...

Edeb haricine çıkarsın....

Gözlerin ve beş duygunun şahidliğine dayanarak bunlar hakkında bir fikir yürütme...

Aklın yetmediği yerlerde kanunlardan bahsetmek gülünç olur.

Kanun, etraflı bilgi demektir.

Mânevîyat bilgi âleminde yanlız tezahürleri ile vardır...

Ve bu böyle kalacaktır.

Bu hüküm, bu tahdid normal durum üstündeki insanlar zaviyesinden objektif ilim hakkında, kanun mânâsındaki umumî bilgi içindir. Normal durum üstündeki insanların enfüsî müşahedeleri, marifetleri, umumî duygular mânâsındaki bilgi için değildir.

Bu öyle bir duygudur ki, onun kendine mahsus bir uzvu yoktur.

Her uzuv onundur.

Ruhun umumî duygusudur...

Bu hâl beş duygunun dışında mühim bir ruh başarısıdır ki o duyguya erişenler bütün ruhları ile Şuhûd Âlemi’ni duyarlar.

Bizim gördüğümüz âlem, Şuhûd Âlemi zâhiren maddedir.

Batınen mânevîyattır.

Madde Âlemi’nde mihaniki kaideler, prensipler, kanunlardan bahsederken Bâtınî Âlem’e çevrildiğimizde o âlemde kanun değil, beşerî bilgi ile ancak ihtimal kelimesini ileri sürebiliriz...

Buranın idrâki; asıl aklın ve idrâkin altında, bütün ruhun bir idrâki vardır ki oraya erişmekle mümkündür.

Bu gibi olgun kimseler maddeye akseden derin mânâları şuûrlarından süzerlerken, ses, söz, şekil olur.

Bazan da herkesin anlayamayacağı bir dile, bir kalıba dökülürler...

Bu gibi aydınlar ilâhî kanun ve emirleri kendi temiz kalb ve vicdanlarında duyarlarken meleklerle tanışırlar, göklere çıkarlar.

Buraklara binerler ve nihâyet tamamiyle dünyevî her şeyden alâkalarını keserek perde arkasından senli benli Rabbü'l-âlemîn ile konuşurlar...

Bu güzel sözlerdeki mânâdan, aşk makamına çıkamayan, henüz madde âleminin kesafetinde yürüyenler, bir şey anlayamazlar...

Zira imansızların ve her şeye çabuk inananların zannettiklerinden çok derin bir mes’eledir.

Burada:

Renkler değişmiştir.

Kokular başkalaşmıştır...

Ruh uçar hâldedir...

Bütün: Ben, sen, o, manevî morfin tesiri altındadır.

Okuyucularım bir an için cesedlerinden ruhlarının ayrıldığını farz etsinler, ruhlarla yürümeğe devâm ediyoruz.

Tüy kıpırdatmayan bir sükûn...

Göz almayan tatlı bir nûr içinde gidiyoruz...

Etrafına bakarken hayret et, geç, ileri gitme!..

Çünkü hakikatlar bu diyarda, toprak üstünde giderken toprak altına geçen ve sonra yine toprak üstüne çıkan su cereyanları gibidir...

Hakikat nûru her tarafı kaplamıştır.

Gözün kamaşır, yuvarlanırsın...

Bu böyledir, münâkaşa etmeye kalkma..

Bu duygudur, histir, bir hâldir ki izah edilemez, ancak yaşanır...

Yüksek ve temiz duygularla dolu bir rüya âlemi gibidir...

Nice kimseler vardır ki gözleri açık, uyanık iken bu hâlin içine dalıp çıkarlar, onlar yüzlerinden bellidirler...

Onların gözlerinde hakiki doğruluk dile gelir, konuşur..

Ben de bunlara karışayım diye arzu edersen, garip gibi görünen bir seyahat yap!...

“Doğruluk ayağı ile,

Adalet asası ile,

Temizlik libasiyle,

Alınteri azığı ile,

İlim feneri ile Vücud sahrasını aş!.. ”

Sözlerimiz müphem sözlerse, onları açıklamaya kalkışmayınız!

Her şeyin başlangıcı zâten müphemdir.

Fakat sonu öyle değildir.

O hâlde bizi bir başlangıç olarak hatırlamanızı dileriz.

Her şey evvelâ bir billur değil, bir sis olarak tasavvur olunur.

Aksini iddia edebilir misiniz?

Belki billur, donmuş bir sistir...

İçinizde cılız ve bitkin görünen şey, dikkat ederseniz sizin en kuvvetli ve en sağlam cephenizdir.

Nefsinizin mümkün olsa da, bir defacık med ve cezirini görseniz başka bir şey istemezdiniz...

Yine mümkün olsa da rüyanın fısıltılarını dinleyebilseniz, başka hiç bir ses dinlemek istemezdiniz...

Fakat görmüyor ve işitmiyorsunuz ve bu da hakkınızda hayırlıdır.

Gözlerinizi bulutlandıran perdeyi ancak onu dokuyan el kaldırabilir...

O zaman göreceksiniz, o zaman işiteceksiniz...

Fakat bir zamanlar kör yaşadığınızdan dolayı kederlenmiyecek, sağır olduğunuzdan dolayı üzülmiyeceksiniz.

O gün her şeyin gizli taraflarını görecek ve karanlığın kıymetini takdir edip şükredeceksiniz....

Tatlı, nemli, insan içine hoşluk veren bir sis içindeyiz...

Bu sis ihtizazlı bir sis...

Aklı, düşünmeye bırakmıyor...

Kapının solunda şeffaf bir maddeden yapılmış bir pınar var...

Gürül, gürül billur bir su akıyor...

Pınarın oluğuna yakın bir yerinde fosfor gibi ihtizazlı ışıldayan ziyâdan yapılmış

gibi bir zincire bağlı bir su tası...

Susamayanın bile içeceği geliyor..

Bakıyoruz, yanıyoruz, içleniyoruz, birşeyler oluyoruz...

Bir tas su alın içiniz!

Temiz tasın içinde yay kavisli altı satır yazı var onu okuyunuz!..

Artık daha konuşmayacağız, zira ırmak denize kavuştu..

Kapı göründü bahçeye gireceğiz..

Tasın dibindeki yazıya bak!

Bu dünyada iken ilerdeki bahçede meclis kuranlardan birinin sözü:

“HAKK’tan gelen şerbeti içtik Elhamdülillah Şol kudret denizini Geçtik Elhamdülillah

Kuru iduk yaş olduk Ayak iduk baş olduk Kanatlandık kuş olduk Uçtuk Elhamdülillah

Dirildik pınar olduk İrkildik ırmak olduk,

Artık denize dolduk Taştık Elhamdülillah...”

Islanan ağzınızı sağ elinizin üstü ile siliniz!..

Şükrediniz yürüyünüz!...

Kapının tam önündesiniz...

Kapıda sağ taraf üstte güzel bir yazı var:

“Bu bahçeyi sessiz geziniz!..”

Kendi kendinize böyle bahçe mümkün mü değil mi diye fikir yürütmeyiniz!.. Olduğunuz gibi, olduğu gibi seyredip çıkınız!.

Yazının altında imza gibi bir yer var.

Oraya kadar uzanan gül dalları arasından görünen ince yazıları da gül dallarını ayırarak okuyunuz!..

Yalınız dikkat edin!.

Gül dikenleri elinize batmasın!..

İbadet etmeyen, inanmayan kimse,

Ruhunun yurdunu ziyâret etmemiştir.

İnanmanın en sağlamı imandır.

İman eshabı Üçtür:

  1. İman-ı gaybî eshabı,
  1. İman-ı şuhûdî eshabı,

3- İman-ı zevkî eshabı.

Bu imanların üçüncü mertebesine gelmiş olanlar bu bahçeye gireceklerdir. Yoksa diğerleri bir şey anlayamazlar.

Zira bahçede görülecek kuçük gösteriler hep Hazreti Resûlü Ekrem'e bağlıdır.

O mübârek büyük insanı anlamak mutlaka Lutf-u ilâhiyeye bağlıdır.

Bu anlamak keyfiyeti:

Akıl, Fen, Tarih, Edebiyat, Felsefe, Mantık ile olmaz.

“O mübareğe iman ettim!” diyenler bile hakiki iman edememişlerdir.

Çünkü onun HÂLİK’ı:

“Onlar sana bakıyorlar, amma göremiyorlar” buyurmuştur.

Kapının iç tarafında uzun beyaz sakallı, geniş alınlı, nûranî, şeffaf denecek kadar temiz bir İNSAN duruyor.

Gözlerinde uhrevî bir tatlılık, yüzünde ruhanî gülen bir nûr, gözlerine bakanlara emniyet ve ferahlık veren bir parlaklık, duruğunda sessiz bir heybet var.

Sesinde dinleyen, kulağı mest eden bir ton, sözlerinde Kâinatın mânâsı gizli. Onu gören ve dinleyen cesedinden ayrılmış, seyyal bir şuûr, dağlar delen bir kudret hissetmekte...

Bahçeye her girenin kulağına tatlı bir ahenk hâlinde fısıldıyor:

“Kanaatkâr ol, sabırlı ol, şefkatli ol!”

Bu kelimeleri duyan kulak, mânâları şuûra götürdüğünde, ruhta dağılan mânâ helezonları insanı gaşyediyor.

Tatlı bir sıcaklık, serin bir inşirah duyulmakta.

Sedef, az’a “kanaat” ettiği için ALLAH içini inci ile doldurdu...

Buğday tanesi “sabır” ile toprak altında bir kış geçirmeye tahammül ettiğinden en büyük nimet oldu.

Resûlullâh “Müşfik” olduğu için, âleme rahmet oldu.

Ey bahçeye girmek niyetiyle, temiz hislerle ve biraz da merak saikasıyla gelmiş olan insanoğlu:

Sana küçük bir el yazması kitap vereceğim..

Onu şuracıkta otur, oku ve sonra da birlikte bahçeyi gezelim...

Kitabın üstünde titrek sarı renkte bir yazı var:

“Ey insan oğlu!

Cebel-i azamet'e; aklı koy! Orada nûrdan yapılmış libası giysin...

Cebel-i kibriyâya; kalbi bağla! Orada nûr-u muhabbet libası kuşansın....

Cebeli izzete; nefsi bırak! Orada ubudiyet libasına sarılsın.

Cebel-i ezele; ruhu çıkar! Orada nûru'l-nûr libasını alsın.

Sonra aşk narasiyle bağır, bunların derhâl toplandığını görürsün...

O zaman sende fetih başlar ve “Biz” 'den olursun...”

Sahifeyi çeviriyoruz!.

Sonsuz semâları masmavi bir nûr ile dolduran ALLAH'a hamdolsun...

Ruhu, nûr âleminin ebediliği içinde azîz olan ALLAH'ın Resûlüne ve ona inananlara selât-ü selâm olsun...

Bunlar boş lâf değil dikkat et!..

Biliyor musun?

Uykuda; ilim, akıl, şuûr, evlât, mal her şey gider!..

Bahr-i Umman-ı Ahadiyete atılır...

Hiç kimsenin malı, ilmi, aklı diğerine karışmaz...

Birinin ilmi diğerinin cehliyle, diğerinin cehli ötekinin ilmi ile karışmaz...

İyi düşün her uykuya daldığın zaman, vakit vakit bunlar alınıyor...

Bir gün de bu “alış veriş”, “veriş”siz kalacak, ona ecel deniliyor...

Dikkat et!..

Hepsi yüzüstü kalır...

ALLAH yüz açıklığı versin!...

Kendisine iltifât edecek hükümdarın karşısında titreyen çobanın korkusu gibi ölüm hatırınıza geldikçe, kalbinizin hopladığını hissedersiniz.

Fakat ölümden korkmayız...

Siz ne zaman sessizlik ırmağından su içerseniz o zaman terennüme baslarsınız...

Toprak sizin gövdenizi geri istediği zamandır ki siz hakikaten râksedersiniz...

Yekdiğerinize ekmeğinizden sununuz!..

Fakat ayni lokmayı yemeyiniz!

Birbirinizi seviniz, fakat sevginizi zincirlemeyiniz!

Sevdiğiniz, ruhunuzun kıyılarında kımıldayan bir deniz olsun...

Beraber terennüm ediniz!..

Eğleniniz, neşeleniniz, fakat tekliğinizi unutmayın!....

Çünkü bu Ud’un telleri, aynı nağme ile birlikte titrer, fakat her biri ayrı ayrı....

Câminin direkleri bir birinden uzak durur....

Meşe ile selvi birbirinin gölgesi altında yetişmez...

İbadet etmekle öğünme!..

Yalnız ibadet etmek hiç fayda vermez, ihsan ve keremi ona arkadaş et!

Zâten ibadetten maksat ihsan ve kereme kavuşmaktır...

Kur’ân okumak dilin ucundan çıkar....

İhsan ve kerem için düşmüşe yardım, canın ortasından gelir...

Bu sözler içinde doğru olanlar ALLAH'tandır.

Onun lütfü inâyetidir.

Yanlış olanlar varsa, onlar da yazanın uydurmasıdır.

Rahmet, Resûlullâh'ın kalb-i pak ve ruh-u muallâlarına mütealliktir.

Onun için Cenâb-ı HAKK Kitâb-ı Celîlinde:

“Ben ve Melâikeler Nebiyye selât-u selâm getiriyorlar, ne duruyorsunuz siz de selât-u selâm getirin, acabasız teslim olun!” buyurmuştur.

Rahmet-i ilâhiye bu makamdan tevzi olunur.

İlâhi Rahmet Hakîkat-ı Muhammediyeye nazil olmadıkça anın parçaları olan hakâyıka vasıl olamaz.

Selât-u-selâm getirmek herkesin nefsi için rahmet taleb etmektir.

Bunu anlayan insanda basîret başlar.

Basîret; Evliyaya, Makam-ı Fuadda fetih buyrulan ruh gözüdür.

Onun için bu işlerde yürümek isteyen ALLAH'a inanır ve mümin olur.

Kendini ALLAH'a teslim eder; islâm olur.

HAKK’a teslim olmak demek, kısmet-i ezeliyesinden razı ve hoşnut olmaktır. Kulun teslimiyetini HAKK görünce ünsiyet başlar...

O vakit âdem, “insan” olur...

Ve derakap dâvet-i ilâhîye vâki’ olur...

O davete namaz denir.

HAKK buyuruyor:

“Namazın yarısı benim için yarısı kulum için...”

İşte marifetullaha bu yoldan sülük başlar.

Bundan, bu zevkten mahrum olan insan, yaradılışındaki güzelliğin zevkinden mahrum, feyz-i fıtrîsinde de mahcub olur.

Hayâl ile değil müşahede ile çalış!..

Müşahede denilen tecellî-yi ilâhî hayâl âleminin ötesinde zevkî mânâlara delâlet eder...

Bir hâl-i nûranîdir. Hayâlin orada takati kesilir.

Hayâl ancak akla mensub olan mânâları hissî kalıplara indirir.

Asıl hüner, gaflet anında ALLAH'ı bulmaktadır.

“Bütün nefsanî her türlü arzulardan yok ol!.. Bundan sonra tekrar var olamazsın... Bir defa da o yoklukta var olursan artık yok olmanın imkânı yoktur. Kavuştun gitti...”

Bu iş, en ince, namütenahi ince, incelikten en ileri derecenin bile yanında çok kaba kalacağı kadar ince bir mes’eledir.

Hak ile bâtıl o kadar içice ve kucak kucağa tecellî ederler ki, bunları birbirinden ayırdedebilmek için insanda, hem de insan-ı kâmilde ALLAH vergisi basîret hiddetinin en keskini olması lâzım gelir...

Mânâ helezonları esrar mıntıkasına sokuldukça “Aklın almadığı ve reddettiği mevzu’lar” üzerinde yürünmesi ve dolaşılması çok çetin bir mahiyet alır. Niceleri, bu helezonların dönemeç noktalarından düşüp düşüp giderler, hakikatla şeriat arasındaki büyük ve mutlak ahengin iltisak noktalarını birden

kaybediverirler....

Düşer ve küfre yuvarlanırlar....

“İbadet yapıyorum!” derken küfre gitmemek için çok dikkatli olmak lâzımdır.

Cehd : Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.

Meşhud : Görünen. Şehadet edilen. * Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtınm dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim. * Suç üstü yakalanan. * Göz ile görülmüş. * Cuma günü. * Kıyâmet günü.

Meşhudat âlemi : Görünen. Şehadet edilen âlem.

Ruh : f. Yanak, yüz, çehre. * Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Bak: Ruhsâr)RUH : Can, nefes, canlılık. * Öz, hülâsa, en mühim nokta. * His. * Kur'an. * İsa (A.S.). * Cebrail (A.S.). * Korkmak. (Bak: Vicdan) “Ve minhüm mey yenzuru ileyk e fe ente tehdil umye ve lev kanu la yübsirun : Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hele (gerçeği) göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin?” (Yûnus 10/43)

“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)

Zevk : Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. * Hoş, hoşa giden. Mânevi haz. * Boş vakit geçirmek. Eğlenmek. * Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.(Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz... S.).

Enfüs : (Nefs. C.) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar.

Müşahade : Şâhid olma.

Ma’rifet : Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. * Hüner. Üstadlık. San'at. * Tuhaflık, garib hareket. * Vasıta, tavassut. * İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: İrfân)

Uzuv : (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ. Umumî : Herkesle alâkalı, herkese dâir.

Mühim : Düşündürücü. * Değeri çok fazla. Kıymetli. * Lâzım ve muktezi olan.

Bâtın : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhir'dir) (Bak: Batn)

Mihaniki kıraat : Kelimeleri, terkibleri doğru telâffuz etmekle beraber ezber dersi dinletiyormuş gibi çabuk çabuk okumaktır. Böyle okuyuş dinleyene bir şey anlatmaz. Ancak okuyanın mevzuu kavramış olduğunu anlatır. Öyle kıraet bir makinanın duygusuz işlemesine benzetilir.

Beşerî : İnsana ve insanın fıtrî hallerine mensub ve müteallik. İnsanla ilgili.

İhtimal : (Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek. * Kabul eylemek. * Yükselip götürmek. * İhsana mukabil şükretmek. * Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.

Vicdan : İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.

Burak : İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.

Nihayet : Son, uç, son derece. * Çok.

Alâka : İlişik, rabıta, merbutiyet. * Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse. * Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına nakledilmesinin sebebidir. (Temiz ahlâklı, güzel huylu kimselere melek denildiği gibi.)

Kesafet : Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.

Farz etmek : Addetmek, saymak, tutmak.

Cereyan . Akım.

Münakaşa : Mücadele. Münazaa. Karşılıklı sözle çekişmek. Bir mes'eleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek. (Bak: Hakperest)

Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. * Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : $ Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken) kelimesi, cümledeki mefulün hâlini bildirir. şimdiki zamanda olan fiilin durumuna da hâl denir.

Adalet : Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.

Libas : Giyilecek şey. Elbise. * Karı ve koca. * Mc: İctima'. * Şübhe kabul eden söz.

Mübhem : İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli.

Tasavvur : Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu. (Bak: Dimağ)

Billur : Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.

Cebhe : Yüz, ön taraf. Harp sahası. Muharebe edilen yer. * Alın. * Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı. * Gökteki ayın menzillerinden birisinin ismi olup arslan suretinin cephesidir, dört yıldız arslan alnına benzetilmiştir. * Bir kavmin ve cemaatin seyyidi.

Med : Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. * Çoğaltmak. * Bir şeye dikkatlice bakmak. * Nihayet, son. * Sönmek. Bir şeyi söndürmek. * Yardım etmek, mühlet vermek. * Yâr ve yâver olmak. * Tarlaya fışkı ve gübre dökmek. * Sel suyu. Denizin yükselmesi.

Cezir : Kök, asıl, temel. Bünyâd. * Kesmek. * Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur. (Bak: Meczur) * Derya, deniz. * Arı kovanından bal almak. * Ay ve güneşin câzibesi te'siri ile deniz ve ırmak sularının çekilip kabarması. Buna "med ve cezir" hâdisesi denir.

İhtizaz : Titreşim.

Şeffaf : Işığa mâni olmayan, ışık geçiren parlak cisim. Saydam.

Kavis : Eğrilik.

Uhrevî : Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.

Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.

Zaviye : Köşe. * Küçük tekke. * İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil. * Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "grat" tır.

Objektif : Fr. Hakikatı olduğu gibi aksettiren. * Fotoğraf makinası ve dürbün gibi cihazlardaki mercekler. * Gaye. * Fls: Varlıkla alâkalı.

Gaybî : Hazırda olmayan. Görünmeyenlere âit. Hazır olmayanlara âit. Başka âlemdekilere âit. Âhirete âit. Gayba âit ve müteallik.

Şühudî : Keşfe ve görmeğe dair. Görünebilir olana ait ve mensub. (Ehl-i şuhud dediğimizden maksad Evliyâullahtır. Zira velâyet sâhibi, avâmın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. M.N.)

Zevkî : Zevkle alâkalı. Zevke âit.

Mertebe : Derece. Basamak. Rütbe. Pâye.

Keyfiyet : Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. * Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)

Hâlik : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.)

Seyyal : Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su. * Yer değiştiren her şey.

Gaşy : Bayılma, kendinden geçme.

İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.

Sadef-Sedef : Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.

Müşfik : Şefkatle seven. Acıyan, merhametli.

Rahmet : Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. * Mc: Yağmur.

Saika : Yıldırım. Ölüm, mevt. * Nüzul ateşi. * Semadan gelen şiddetli ses. * Mühlik ve azab. * Bulutları sevke vazifeli melek.

Cebel : Dağ, yüksek tepe. * Mc: Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse.

Azamet : Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. * Kibirlilik

Kibriya : Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.

Muhabbet : Sevgi, sevme. * Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. (Zıddı: Buğzetme ve adavettir.)

İzzet . Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyadelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.

Umman : Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.

Ehadiyyet : (Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi. (Ehadiyyet, her bir şeyde Halik-ı Külli Şey'in ekser esmâsı tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneşin ziyası, bütün zemin yüzünü ihata ettiği haysiyeti ile vahidiyyet misâlini gösterir ve her bir şeffaf cüz'de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misâlini gösterir. Ve her bir şeyde, hususan zi-hayatta ve bilhassa her bir insanda o Sani'in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle ehadiyeti gösterir. M.) (Bak: Rahmaniyyet)

Cehl : Câhillik, bilmemezlik, ilimden mahrum olmaklık, nâdanlık, tecrübesizlik, gençlik.

Ecel : Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * Allah'ın takdir ettiği ömür.

Terennüm : Güzel güzel anlatma. * Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme. * Ötmek. Musikîleşmek.

Gövde : Beden.

Raks : Sıçrayarak oynamak, dansetmek.

Ud : Meşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak.Utanma.

Nağme : (C.: Nağamât) Ahenk, güzel ses, âvaz, ezgi, teganni.

İhsan : İyilik, lütuf, bağışlamak. * Sahilik etmek, cömertlik yapmak. * Allah'ı görür gibi ibadet etmek. * Güzel bilmek. Güzel eylemek.

Kerem : Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a affolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.

İnayet : Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.

Muallâ : Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.

Müteallik : Alâkalı. Bir yere bağlı, bir şeye mensub.

Cenab : (C.: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi. * Cânib. * Nâhiye.

Celîl : Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.

Tevzi’ : Dağıtmak. Herkesin hisselerini ayırıp vermek. Pay ederek dağıtmak.

Nâzil : (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.

Hakaik : (Hakayık) (Hakikat. C.) Hakikatler.

Vasıl- Vasl : Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak. * Birleştirmek, ulaştırmak.

Basiret : Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Feraset. İm'ân-ı dikkat. * İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet. * Bir evin iki tarafının arası. * Yer üstündeki kan. (Bak: Süveydâ-i kalb)

Teslim : Bir emâneti verme. * Kabul etme. * Doğru ve haklı bulma. * Selâmetle dua etme. * Karşısındakinin hükmü altına girme. * Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme. * Belâ ve âfetten korunur olma. * Bir şeyi, yeni sâhibine verme. * Dayanamayıp pes deme. * Hakikat olduğunu söyleyip i'tiraf etme.

Ünsiyet : Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.

Feyyaz : Çok feyz veren. Çok bereket ve bolluk veren. (Bak: Feyz)

Fıtrî : Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.

Delâlet : Delillik, yol gösterme.

Dalalet : İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak. * Şaşkınlık.

Tâkat : Güç, kuvvet. İktidar.

Mensub- Mansub : Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş. * Konulmuş, dikilmiş. * Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan.

Nefsanî : Bedenî arzu ve isteklerle alâkalı. Zaruret olmadığı hâlde keyf için olan istek ve arzuya ait. Kendine ait ve mensub.

Na-mütenahi : f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.

Mes’ele : Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş. * Savaş, muharebe, ceng, harp.

Hak : (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. * Musibet.

Batıl : Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi. (Bak: Fasid)

Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.

Kâmil : (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi. * Bir aruz kalıbı ismi.(Büyük görünme küçülürsün...Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük, Nâkıslarda küçüklük mizanıdır büyüklük. S.)

Hiddet : Öfke. Kızgınlık. Gadab. Dargınlık. Hışım. * Keskinlik.

Mıntıka : (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.

Mevzu’ : Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş.

Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.

Mahiyet : Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı.

İltisak : Rutubetlenmek, ıslanmak