Dindarların ekseriyetinin marazı bir arzu ve bilgisizlikle sarıldığı, bilgin diye geçinen bir çok aydınların (!) esasını bilmediği hâlde basit bir mantık ve insiyakla dudak büktüğü, filozofun modası geçmiş bir gelenek diye mırıldandığı, sipritüalistin hissedip üzerinde fikir yürütmeyip, bocaladığı; materyalistin Allahsızlık bayrağı altında beşer kütlelerine saldırdığı bir mevzu’ olan ve insanoğlu ile doğan fıtrî hasletlerin anası, din hakkında konuşacağım. Bilgim hududu içinde, heybemdeki hakiki temiz malzeme ile söyleyeceğim.
Yalnız ricam şudur:
Beni dikkatle dinleyiniz!..
Sözlerimde bilgisiz din müdafîlerinin saldırgan ve insanı hor görme tarzına, tesadüf edemiyeceğiniz gibi dine hücum eden zavallı materyalist zihniyetin de izlerini bulamıyacaksınız..
Bu iz bulmama onlara tenezzül etmeme keyfiyetinden ileri gelir. Yoksa acizden değil..
Böylece, bâkir bir ormanda tertemiz kelime ve fikirlerin toplanışı temiz ruhlarınıza sunulacak, mantıklarınıza akacak, sözlerim bittikten sonra hükmü siz vereceksiniz muhteremler!..
Âdem kıssası beşerin dününü, bugününü, yarınını temsil eden ve Kur’ân-ı Kerimde bildirilen muazzam bir hakikatin ifâdesidir.
Âdem, beşerin akıl ve idrak sahibi bir varlık olarak doğuşunun timsalidir, İnsanın yer yüzünde peyda olması ile ALLAH'ı tanıması ve ALLAH'ın hidâyetine ermesi bir olmuştur, insan maddî ve ruhî cevherlerin yekdiğerine ünsiyet peyda etmesiyle yeryüzünde görülmüştür.
İnsanın menşei hakkında bir çok aklî nazariyeler ve tahminler vardır.
Bu tahmin ve nazariyelerin eriştiği, aklı ile uğraşanları doyuran nazariye, insan aslının maymundan geldiği iddiasındadır.
Biliyorsunuz ki buna Darvin nazariyesi derler.
Bu nazariye güya ilmî araştırmaların muhassalasıdır.
Hakikatte maymunca bir iddia, süslü ve mutantan bir iftiradan başka bir şey değildir.
Darvin'cilere göre Gorillerin yakın akrabası sayılıyormuşuz...
Acaba, gorille beşerin ceddi olduğunu gerçekten kabul ediyorlar mı?
Onlar da bu iddia edenleri torunluğa kabul ediyorlar mı?
Hâlâ ormanlarda goriller vardır.
Bugün mesafeler çok kısalmıştır.
Bir teyyare bir mektup kâfidir...
İnsan zekâ ve aklının durakladığı, adım atamaz hâle geldiği nokta vardır.
Bütün dünya sâkinleri içinde. Bu nokta ruhanî âlemdir.
Bu âlemin usul ve kanunları vardır.
Bu usuller ancak insan aklına en doğru mebde’i bu malzeme ile verir.
İnsan topraktan, kudret-i Subhâniyye ile yaratıldı ve bu muazzam hamurun içine ruh nefholundu deyip, düşünmeden kabul etmek ve ecsad âleminde görülmüş insan neslini bundan sonra tetkik ve mütealâya almak iktiza eder. İnsan, bu iki taraflı, madde ve ruhtan teşekkül ettiğine göre, maddesinidevam ettirmesi için gıda, su alması, te’sirat-ı hariciyeden korunması, hava gibi esaslı unsurları alması, hayat denilen canlılığını temin eder.
Bu arada hayatı tehdid eden bir çok hastalıklardan ve mikroplardan korunması da lâzımdır.
Ruhî tarafı için de devamlı olarak ahlâk, doğruluk, adalet, temizli gibi manevî ve ictimaî hayatın idamesi için luzumu unsurlara riayet etmesi gerekir.
Bu hasletleri muhafaza için de, canlılığını nasıl nasıl haricî te’sirlerden korumak için telebbüs, ısınmak, dinlenmek gibi mefhumların şumülü dahilinde bir usule riayet etmesi elzemse, ruh için de bir telebbüs ve bu kıymetli ruhî hamuleyi muhafaza için bazı inanmaların vehleten akla garib gelen usullerini yapmak lâzımdır.
Maddî ve ruhî malzeme tesisi için hayat ve canlılığı bu muhafaza eder.
Bu hakikatler ile din denilen ruhî kopleksimizi terbiye eden ve ona kuvvet veren müesselerin mevcudiyeti bilbedahe ortaya çıkar.
Maddeye lâzım olan unsurları almadan canlılığın devamını düşünmek ne kadar saçma ise dinsiz yaşamanın olabileceğini tahmin ve münakaşa etmek de okadar saçma ve düşünce noksanlığının ifadesi olur.
Bu bakımdani din dünya insanlarına muhakkak lâzımdır.
Bunu inkar veya luzumiyetini reddeden insana insanlığın haricinde isim verilmesi iktıza eder ki buna ada bulunamaz.
Nabızları din düşmanlığı ile atan bir çok bedbahtlar vardır bu yeryüzünde.
Bu gibi mahlûkların dercelerini kelimelerle belirtmek ve bu hâllerine bir kıtmet ölçüsü takdir etmek münkün değildir.
Dini dünyadan atmak isteyenler, niçin dünyadan dini ayıramıyorlar? İnanmayan adamda hiçbir devlet, hiçbir ululuk yoktur.
Her inanamışde günah kelimesi altında toplanan ve bütün beşeriyet dinlerinde bulunan bir mefhum vardır.
Günah, cisimler arsında mevcud nizama karşı gelmektir.
Beşerde hayat tezahürlerini bozmağa parçalamağa yahut azaltmağa meyleden her düşünce, her hakikat din mihenginde bir günahtır.
Kin, hırsızlık, haksızlık, adam öldürme, eziyet yapmak, yalan söylemek...
Hep günahtır.
Zira bu fiil ve hareketler hem vücudu, hem ruhu yıpratır.
Asıl kusur günaha alışmaktır, günahyapmak değil.
Fazilet yalnız iyilik demek değildir.
İrade ile meydana gelen fiil, hayatın kıymetini artıran bir alışkanlıktır. Şahsiyetini meydana getirir, kuvvet ve canlılk verir.
Ümit, iman ve heyacanla kuvvetlenme arzusu doğurur.
Tıpkı su buharının türbini harekete getirdiği gibi.
Kötü huylar şahsiyeti paçalar.
Benlik, şüphe, keder, zihnî gelişmeyi sekteye uğratır.
Cinsî ifrat,alkol, fizyolojik teşevvüşler husule getirir, ruhî gelişmeyi durdurur. Cem’i faziletler, nezaket, temizlik,ataların yaptıklarına hürmet, dinî hisleri kuvvetlendirir.
Aksi ise mahveder.
İnsan hayatına mânâ veren deden kalma an’aneler, modern hayatın iradeyi gevşeten sakatlığı içinde, bir nehrin güneşte çözülen buzları gibi parçalandı; bu parçalanma ferde olduğu gibi aile ve cemiyette de görüldü.
Fen, günlük hayat mücadelesinin şiddetini, mu’cize denilecek kadar azaltmıştır.
Buna mukabil; itidal, şeref, doğru sözlülük, mes’uliyet, sâfiyet, komşu sevgisi. gençlerimizin tebessümle karşıladıkları bir takım mânâsız ta’birler hâline gelmiştir.
Bu ise göz yaşartıcı bir hadisedir.
Herkes yengeç gibi hodbinlik kabuğuna çekilerek komşusunu mahvetmeğe çalışıyor.
Bu gün hak; felsefî bir prensip, ihtiyaç iise ilmî bir mefhum hâlinde kütüphâne köşelerindedir.
İnsan, akıl sahibi olarak yaşamağa başladığı günden beri vicdanında ve şuûrunda din duygusunun çalkalandığını hissetmiştir.
Çünkü, ALLAH’a tapmak beşer fıtratının icabıdır.
İnsan bu hissin hidayetiyle, ALLAH’ın vahiy ve ilhamıyla tapmış sonra bu dünya yaşayışı sırasında, onun içindeki bu şuûr soysuzlaşmış ve insan ALLAH’ı bırakarak başka şetlere tapmış ve türlü türlü sapıklıklar içinde yaşamıştır.
“Biz insanı engüzel kıvam üzere yarattık, sonra Esfele yuvarladık!”
İnsan tâa başlangıçta en doğru din üzere iken yeryüzündeki yaşayışının icablarına kapılmış, maneviyatını takviye edeceğine, ulvî hislerden tecerrüd ile uzaklaşarak alçaldıkça alçalmış ve alçalışı putperestliğin çeşit çeşit şekillerine sapmakla tezahür eylemiştir.
Beşerin ilk dini en doğru Tevhid Dini idi.
Medeniyet insanın korkuya galebe çalmasının ifâdesidir.
Bu galebe salmanın ilk safhâları din sayesinde olmuştur.
Din sayesinde vahşilikten kurtulmuştur beşer oğlu..
Din, iptidai insanların çıplaklığını yığın yığın güzelliklerle süslemiştir.
Heykeltraşlık ve resmin esası put yapmaktır.
Mimarlığın temeli mabet kurmaktır.
Şiirin temeli dua okumaktır.
Musikinin menşei ilâhîler, nefesler terennüm etmektir.
Raksın esası ilâhların şerefine âyin yapmaktır...
İbtidaî diye dudak bükülen bu kaba saba şeyler, korkular, ümitler, atışmalar, kakışmalar, döğüşmeler ve savaşlar bu gün bize cidden tuhaf görünürler. Fakat bütün bunlarda da hakikat vardır.
Çünkü insanlık bu sayede kurtuldu..
ALLAH ve ahlâk fikri insanda fıtrîdir, dedik.
Bunun aleyhinde bulunmak, bunu bilememektir.
Cehlin tâ kendisidir.
İnsanlar dinsiz yaşayamazlar:
İlâhî vahyi tanımayan din de, din değildir.
Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, nihâyet islama yanaşacaktır.
İbadet, ALLAH’ın mabud olduğunu, insanın kul olduğunu fiilen itiraf demektir. Şimdi bir an için bundan 5000 sene evvelki Yunanistana gidelim.
O zamanın mütefekkirleri Aristo'lar, Sokrat'lar...
Hepsi ALLAH’ın vahdaniyetine inanmış insanlardır.
Eski Delfes Ma’bedinin önüne gidelim.
Bugün O harabeyi 5000 sene evvelki haşmetiyle temaşa edelim, kapısında altın yazılarla şu sözler yazılıydı:
“Adet kâinatın, tekâmül hayatın, birlik ALLAH’ın kanunudur.”
Beş bin sene evvel yazılmıştı bu...
İşte bu an'aneler asırlarca, yuvarlana yuvarlana zamanımıza kadar gelmiştir.
Bilirsiniz, Türk diyarında atasözü diğer milletlere nazaran çoktur. Cemiyetler fazilet içinde yaşadığı sıralarda kaideler beşer tarafında itikâle uğraya uğraya küçülmüş, .
Artık, gayri kabil-i tecezzi bir hâle gelmiş misket tanesi hâlindedir, atasözü bu demektir.
Atasözünü deşerseniz bir cemiyeti kurtaracak fazilet kaideleri ortaya çıkar.
İnsanlık hayatında görülmeyen fakat el ile tutulur maddî delillerle hissedilen faziletler, güzellikler, iyilikler ırmağı velîlerin adesesinden aksederek kalb perdesinde seyredilir.
Bu perdede seyredilen filimler, bize dilden dile, kulaktan kulağa, gönülden gönüle nakledilerek atalardan gelmiş, inanmayanlar lügatında bu gün ismine “menkîbe” ismi verilmiştir.
Bu menkıbeler üzerinde restorasyon yapılamaz.
Bozulur, kelebek kanadı gibidir, dokunulamaz.
Onları olduğu gibi kabul edersin, yahut etmezsin, örseleme yok..
Halk zihniyeti onları örselemeden muhafaza etmiştir.
Onların güzellikleri kendilerindedir.
Sun'i kalıba dökmeye çalışmamalıdır.
Artık asırlardır, onlar klasikleşmiş bir inanış tomarı hâlindedir, halka bir zararı yok...
İyiliği, güzelliği, fazileti temsil ederler.
Filân muhterem zât su üzerinde yürürmüş..
Demek ki insanda ne kadar güzel ve kuvvetli hasletler var ki, onların kıymetini son haddine çıkarmıştır.
Su üzerinde yürünür mü, yürünmez mi? onu münakaşa etme!
Güzelliği zâten oradadır.
Kabul et geç veyahut da sus...
Kabulü ile bir zarar vermez sana, bir çok şaheser romanlar, kitaplar var, hakikatle hiç bir ilgisi yok.
Fakat insanlar okuyor, zevk alıyorlar.
Onların güzellikleri, kokuları, olduğu gibidir.
Manolya örselenirse sararır, kurur ve kokusunu kaybeder.
Niçin solar, kurur ve kokusunu kaybeder?
Acaba senin elin mi onu kuruttu?
Hayır..
Kıymet bilmeyenlere karşı HÂLİK’ı tarafından Manolyaya:
“Onunla küs, darıl!” emri çıkar da ondan:
“Yazıklar olsun, o senin kıymetini bilmiyor, kahrından öl, gel bana!..” emridir bu..
Bunlar cemiyetlerin bunalan ruhlarını, ızdırablarını teskin eden ve firenleyen olgunluk tezahürleridir.
Manolya hikâyesi nasılsa, işte beşer cinsi de kendi an'anelerine, güzel fazilet çiçeklerine dokunmuş ve ALLAH tarafından:
“Gel, onlar kadir bilmiyorlar, geri gel!” emri çıkmıştır.
Dinde bir şeytan vardır, bilirsiniz...
Şeytan ALLAH’tan uzak kalmışların ismidir.
ALLAH kendine isyan edilmesini istemeseydi şeytanı yaratmazdı.
Bu çok ince bir noktadır.
O hâlde bu iki noktanın arasındaki hattı fasıl fazilet; ahlâk ve adalet köprüsünden ayrılmamaktadır.
Bu menkibelerin sahibleri velîler, ALLAH dostları hep iyi hislerle insanlara sabır, fazilet, iyilik, doğruluk aşılamışlardır; kabahat bu mu?...
Hayır kabahat yok..
Aklile hâlledilemeyecek şeyleri akılla hâlletmeğe yeltenmekten ileri geliyor bu bocalama..
Dokunmayın bu inanışlara..
Eski bir sandukanın altında yatan, dünyâya gözlerini yummuş göçmüş bir insan çok şeyler fısıldar insana.
Bu fısıltıyı duymaya çalışmalıdır.
Mezarlığa madde ile gitmemelidir.
İnsan aynı zamanda bir duygu jeneratörüdür, duygularla, hislerle görünmeyen güzel hasletler ile gizlidir.
Ölülere tâzîm, ergeç insanın gideceği ülkeye karşı, tâzîm ve hürmetidir. Ölülere tâzîm etmesini bilen milletler daima yükselmişler, içlerinde büyük insanlar yetişmiştir:
Ölülerine tâzîm etmeyen milletler ise perişan olmuşlardır.
Görünmeyen bir diyara hürmetsizliğin, bilinen bir perişanlık ortaya getirmesi, çok büyük bir ibret verici olay, hakikatin bağırışıdır; bunu anlamak gerek...
Öyle mezarlar gördüm ki, gül kokuyor, öyle mezarlar gördüm ki dikenle dolu...
Öyle mezar'ar gördüm ki yerle bir olmuş..
Öyle milletler gördüm ki, fazilet, doğruluk, iyilik diyarı:
Öyle milletler gördüm ki, rezalet, pis kokularla dolu.
Öyle milletler biliyorum ki, can çekişiyor.
Öyle milletler biliyorum ki, hâk ile yeksan olmuşlardır.
Öyle milletler görüyorum ki, mahvolacaklardır:
Öyle bir mezar biliyorum ki, Cennetten bir bahçe..
Bu söylediklerimi anlamak, akla koymak, gönüle sindirmek için bir şart vardır. Gönülden kibri söküp çıkarmak.
Bunu yapmak ise dağları iğne ile kazıp silmekten daha zor...
Bazıları itiraz ederler, bu sözler ne biçim sözler, bu adam bir şey mi olmak istiyor?
Ben mürai bir insan değilim.
Mütevazi bir hayatım vardır.
Alâyiş ve gösterisi sevmem.
Bir şey oldum iddiasında da değilim.
Bâzan inanmanın ehemmiyet ve kıymetini anlatırken mübalâğa, inanmaya ehemmiyet vermenin bir târifi sûretinde tecellî eder.
Ben evliya veya ermiş bir insan da değilim.
Basit bir mümin olmağa çalışan bir insanım:
Ben dünya nimetlerinin şükrünü eda için çalışıyorum:
Vakit bulursam istiğfar ile uğraşacağım.
Hayat-ı hususiyemi bilmeyenler hırpalayıcı sözler söyleyebilirler; bunlara bir mânâ veremedim..
Her şeyden el çektikten sonra, meşgul olanlardan değilim ben.
Meşgul iken her şeyden el çekmeğe çalışanlardanım...
Biz, bunları anlatmakla da muhteremlere giyim kuşam ve zâhir alâyişi öğretmiyoruz.
Yalnız, iç ve bâtın mamurluğunu dilimize müsaade edildiği derecede öğretiyoruz.
Bir iki sual soracağım muhteremlerden:
İnsan yaşlandıkça saçları sakalları beyazlaşır, niçin, hiç düşündünüz mü? Bunu hâlletmeye savaşın.
İkinci bir sual:
Deliden niçin şeriat hükümleri sakıt olmuştur?
Bu muammanın denizinde kulaç atmak, ıslanmış damlayan suları ile abdest almak lâzımdır.
İnsanın önünde tevfık-i Rabbânî lâmbası yanarsa ALLAH korkusu başlar. Bu lâmba yanmazsa, böyle kimsenin önüne ciltler dolusu kitaplar, haberler ve hadiseler koysalar faydasızdır.
Bu hâlde yalnız HAKK’tan uzaklığı artar ve doğrulara nefreti çoğalır.
Onun önüne yığılan kitaplarla binek hayvanına yüklenen kitapların hiç farkı yoktur.
Câhil, ilimsiz demek değildir.
Doğru histen mahrum demektir, öyle olan âlim de câhildir.
Yalan gürültü eder.
Hakikat daima sakindir.
Yıldırım gök gürültüsünden evvel düşmüştür.
Kudret âlemine cehâlet ayağı ile vurmak, edeb dışı bir iştir.
İnsanın ruhu; gülün yaprağı içindeki suya, şebneme değil, elmastaki lem'aya benzer.
Güneşli çiçekli yollar vardır ki mühlik çöllere çıkar.
Dikenli, ormanlı sarp yollar vardır ki, nihâyetleri bir cennet bahçesidir.
Eski bir velî kadının sözü geldi hatırıma:
Ümmü Hasan; Hasan'ın anası...
Çok fakirdi, akrabaları zengindi.
Aç yatar bir şey istemezmiş.
Kendisine:
“Akrabalarına söyle sana yardım ederler!” demişler.
Bu mübârek Hatun:
“Ben Kâinata mâlik olan Kaadiri Mut-lak'tan bir şey istemiye utanıyorum. Zayıf ve aciz kullardan mı isteyeceğim!” demiştir.
Herkes:
“Midem ağrıyor, başım ağrıyor, karnım ağrıyor, şuram ağrıyor, buram ağrıyor!..” deyip, hastanelere doluyorlar..
Hiç biri şimdiye kadar bana gelip de:
“Gönlüm ağrıyor dermanı nedir?” diye sormadı.
Ney kendinden çıkan sesleri ne bilsin...
İnsanın inanma hissini akla kalbetmek, çevirmek; inanma mevzu’unu aklın hakimiyeti altına, almağa çalışmak her şeyden evvel insana kasdetmektir. İnsan, muhakkak düşünecektir, inanacaktır, sevecektir, korkacaktır... Düşünmek kadar inanması, gülmek kadar korkması da olacaktır.
Gayb görünmeyen değil görülemeyendir, ölümden sonrasını şimdi göremeyiz. Bunu görebilmek için ölmek lâzımdır.
İstikbali bu gün göremeyiz, yarın görürüz.
Gayba inanmada bir acaiplik yoktur.
Bir şey ya vardır, ya da yoktur.
Yahut da bir şey ya kendisidir veya başka bir şeydir.
Bu iki ihtimal arasında üçüncü bir ihtimal olamaz.
Mantık prensiplerine uygun olan her düşünme hakikat değildir.
Dünya fikir tarihi birbirine zıt, biri birine dirsek çevirmiş doktrinlerle doludur. Bu çeşit doktrinler nedir?
O hâlde, her mantıkî olan gerçek değildir.
Bilgi zihnin fiilidir.
İnanç fiili bir zihin fiilinden başka şeydir.
İnanmayan insan yoktur.
Muhakkak bir sahada inanması vardır.
Aklın bittiği yerde kalb faaliyete geçecek ve îmân bu sınırları devâm ettirecektir, îmân düşünceden sonra gelir.
Akıl insana ALLAH tarafından doğru yanlış terazisi ve hayru şer ölçüsü olarak verilmiştir.
ALLAH korkusu, îmân sahibinin ilim derecesine göredir.
Hangi iş ALLAH için yapılmazsa o mutlaka yoktur.
At yükünü hafifletirse, daha çok menzil alır.
Vücudun her an eriyip gidiyor, farkında değilsin.
O hâlde, sen neden, nasıl beden olabilirsin?.
Derinlik kelimesi aklın bâtınî kısmının remzidir.
Beden zayıfladıkça, ruhun cevheri ruhanî faziletlerle dolar ve ara sıra kudsî âleme yol bulabilir.
Kalbini kıskançlıktan, dilini yalandan, gidişini riyâdan, karnını haram lokmadan kurtaran şerefli insan, ancak inanan insandır.
Lütfun gösterince İbrahime, âteşi gül bahçesi yaptı.
Kendine ok atan Nemrud'u bir küçük sinek ile helâk etti.
Davud'un elinde demiri mum gibi yumuşattı.
Sultanlık O'na aittir.
Birine 20 kese altun ihsan eder, berikine ekmek hasreti ile can verdirir. Birine samur kürk giydirir, öteki tandırda çıplak yatar.
Öyle işlerde söz söylemeye kimsenin gücü yetmez, iyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma bari.
ALLAH azabından korkusuz yaşayanlar mutlak kâfirlerdir.
Yarın yatacağın karanlık toprağa şimdiden bir kandil yak, uyuma..
“Kimin mayasında üç haslet varsa o cennetliktir” buyurmuş,
Resûl-i Ekrem:
“Ni'met zamanında şükür, belâ vaktinde sabır, daima günaha tövbe eden mü'mini ALLAH Cehennem azabından korur.”
Hayatta iken verdiğin bir hurma, senden sonra ruhun için verilecek 100 miskal altından daha makbuldür.
Mihnet ve gama alış!
Merd ol!
Günleri yemek ve uyku ile geçirme!
Sabah akşam ALLAH’ı an!
Sabah aydınlığında katiyyen uyuma, sebebini de sorma!
Nefsini oburluğa alıştırma!
Gün batarken uyuma; akşam olmadan yatma haramdır.
Elini yüzüne koyma! uğursuzluktur.
Elini çenenin altına koyma!
Gece aynaya bakma, lüzum olursa gündüz bak!.
Bunlar çok ince mes’elelerdir, itiraz etme!
Saçmalığa saparsın...
Gizli gizli iyilik yap!
Rızık yalancılık yüzünden eksilir.
Çok uyku yoksulluk getirir
Geceleri çıplak yatanların kısmeti kesilir.
Ayakta su dökmek fakirlik, keder ve ihtiyarlık getirir.
Gusletmeden bir şey yemek çirkin düşer.
Ekmek kırıntılarını ayak altına dökme, gece evini süpürme, süprüntüleri kapı önüne bırakma.
Babanı ananı adları ile çağırma, ALLAH nimeti sana haram olur.
Elini daima temiz su ile yıka!
Bu sözlere çok dikkat et; çok mühimdir, sebebini sorma, çok uzundur!
Ayak yolunda yıkanma!
Elbisen üzerinde iken dikiş dikme!
Yüzünü eteğinle temizleme rızkın kesilir!
Başkasına ait tarakla saçını tarama!
Evdeki örümcek ağlarını temizle!
Bu ağlar evdeki bereketi kaçırır.
Kömür ocağı civarında dolaşanın üstüne kara bulaşır.
Dala yapışan kökü ile buluşur.
Dine sarıl!
Misafir rızkını beraber getirir, sonra ev sahibinin günahını da götürür. Misafir kâfir bile olsa kapını aç, kapama!..
ALLAH’tan korkmayanda din yoktur, inanmayanda insaf, ihsan olamaz.
Dört şey ALLAH vergisidir:
Doğru sözlülük,
Cömertlik,
Güler Yüzlülük,
Emâneti korumak..
Böylelikle takva ehli olur insan.
Bunlar para ile tahsil ile alınmaz.
Kendini beğendirmek lâzımdır ALLAH’a.
İşte bunlar dînin yapılabilen en basit şeyleridir..
Basit deyip geçme, yapması güçtür...
Ney kendinden çıkan sesleri ne bilsin..
Ney kuru bir kamıştır.
Boş bir boru; üflemekte hüner var.
Ben ney çalamam, fakat hünerli üfleyene hürmet ederim.
Dikkat buyurun çalgıcıdan bahsetmiyorum.
Görünmede hüner yok, görünmeyi görmede hüner var..
Kamış görülür, çıkan ses görünmez, duyulur.
Kulak gözden efdaldir.
Onun için “Es SEMİ’ü’l-BASÎR” buyurulmuştur.
Resûller içinde gözden mahrum olanları vardı, fakat sağır olanı yoktu. Görmede ışığa ihtiyaç vardır, duymada ihtiyaç yoktur.
Görme tek taraflıdır.
Gönlün konuşması her yerde itilir geriye, kabul edilmez.
Onun için insan kendi sesini kat'iyyen tanıyamaz; utanmasın diye.. Gönülden konuşan dünyanın neresinde konuşursa konuşsun hep aynıdır. Gönlün konuşmasını anlamıyanlar doğruluk, fazilet nedir bilmeyenlerdir. Onlar hakkında âyeti kerime vardır.
“Biz onların kalblerini, gönüllerini kapadık.”
Nabızları islâmiyet düşmanlığı ile atan bir çok bedbahtlar vardır dünya yüzünde.
Bu gibi mahlûkların derecelerini kelimelerle belirtmek ve bu gibilerine bir kıymet ölçüsü bulmak mümkün değildir.
Dini dünyadan atmak isteyenler niçin dünyayı dinden ayıramıyorlar?
Dini siyasete âlet etmek suçtur cemiyetlerde.
Evet doğru dur.
Siyaseti dinsizliğe âlet etmek acaba nedir?
İnanmayanda hiç bir devlet, hiç bir ululuk yoktur.
Ölümden kurtulmak çaresiz, kimse senin için ölmeyecek.
O hâlde ölümüne hazırlan!
Gafletle kılınan namaza karşılık bir yufka ekmeği bile elde edemezsin. Gelip geçici yüzlerce iş yaparsın hepsi de ancak namaz kılarken akla gelir.
Namazın böyle mecazi olduktan sonra ha kıl ha kılma!..
Sır denilen bir kelime vardır lügat kitabında, cem'i, esrar..
Gönlün iç yüzü demektir.
ALLAH kulundan iki şey ister.
Zâhirde HAKK’ın emrini yerine getirmek, bâtında kalbini ALLAH’a bağlamaktır.
ALLAH bu iki şeyi ihsan ederse, zâhir ve bâtın nimetlerini o kulun üzerine yaymış demektir.
O hâlde Allanın istediği ubudiyet yolunda istikamet üzere ol!
Göreceğin bir iş olursa, bu işten nefsin hoşlanacağı bir hâl olmamak şartıyla işini doğrudan doğruya ALLAH’a bırak; şeytan ortadan kaybolur. Amelsiz Cennet istemek günahtır.
Sebepsiz şefaat dileği gururun bir nev'idir.
Bu işlerde Besmele her işin ALLAH adıyla fethedilmesi için elimize verilmiş bir anahtardır.
O anahtarı kullanabilmek için evvelâ ALLAH adını kalbinde tut.
ALLAH kuluna tam bir hürriyet vermiştir, ama izni olmaksızın bir toz zerresinin yerinden kalkmasını imkânsız kılmıştır.
Her türlü fenalıkların kökü nefsinden razı olmaktır.
Kendi varlığını görmesi ve nefsin isteklerine uymuş olması insanı vücud zindanına sokar...
Fâni olmayacak bir izzetle şeref ister isen; fâni olacak bir izzet ile azîz olmak isteme!.
ALLAH ile bâki olacak bir izzeti ihtiyar edersen, hiç bir kimse, seni zelil edemez.
Harunu Reşid devrinde bir salih zât Harunu Reşide adaletle hareket etmesini söylemiş.
Âdil hükümdar fena hâlde hiddetlenip, gazaba gelerek o zâtı azgın bir katıra bağlatmış.
Fakat katır hiç bir azgınlık göstermemiş.
Bunun üzerine kilitli bir odaya hapsettirmiş.
Adamı hariçte, bahçede gezerken görüyor ve hükümdara haber veriyorlar. Harunu Reşid huzuruna tekrar çağırtarak o zâta soruyor:
“Seni odadan kim çıkardı?”
“Beni bahçeye koyan çıkardı!”
“Bahçeye kim koydu?”
“Odadan çıkaran koydu!..”
Bunun üzerine Harunu Reşid bu zâtı bir ata bindiriyor bütün memleketi gezdiriyor.
Yanındaki tellâllara da şöyle bağırıp ilân etmelerini emrediyor:
“ALLAH’ın azîz eylediği bir kulunu Harunu Reşid zelil etmek istedi fakat gücü yetmedi!”.
Muhteremler!
ALLAH’ın meşgul olduğu kimseyi ne cin taifesi, ne yırtıcı hayvan, ne kimse korkutamaz.
Toprağa verildiği zaman ne yer haşeresi, ne çıyan cesedine yanaşamaz. Korkudan değil, edebten...
Toprak bile hürmeten, kendine temiz geldiği için o cesede dokunamaz. Topraktan, temiz yaratılan insan aynı temizlikle toprağa giderse, toprak ona kıyam eder ve kabrine nûr inmeye başlar.
Böyle kimselerden ne denizdeki balık, ne gökteki kuş kaçar..
Sokulurlar yanına kırk yıllık dostmuş gibi...
Böylesi de bulunur mu? diye sorma.
Dünyada herkes gaflette değildir.
Gönlü, kalbi feyz-i ilâhî ve Nûr-u Resûl ile dolmuşlar vardır, dünya yüzünde onların bir tanesinin hürmetine binlerce kişi her türlü belâ ve âfetten korunmuş olur.
İş ki, biz, böyle insanların her devirde, her zaman bulunduğuna îmânımızı sarsmayalım.
Altın, dirhem, miskal ile,
Elmas kırat,
Öküz kilo ile,
İslâmın ölçüsü gözle görülemeyecek kadar hassas bir ölçü ile ölçülür.
Vesveseyi defet, ne kadar işin varsa kazâ-kadere teslim et!
Sıkıntıda olanı ALLAH’ın lütfü, felaha ulaştırır.
ALLAH’ın kahrı, fezayı bile daraltır.
Ne dilerse öyle iş gören ALLAH’a kendini teslim et!
O anda rıza yoluna girersin.
Câhilin kalbi diline tabi’dir, dili kalbine müracaat etmeden rastgele konuşur. Arifin dili kalbini takip eder, bir şey söylemek istediği zaman kalbine dalar, söyleyeceği şey lehine ise konuşur, yoksa susar.
Dünya binek taşıdır, binebilirsen seni taşır, o sana yüklenecek olursa öldürür. ALLAH’a itaat eden kimseyi sevmek zorundasın, iyi kimseyi seven ALLAH’ı sevmiş olur...
Maraz : Hastalık, illet, dert. Belâ.
Filozof : Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı müslim. L.R.) (Bak: Hükemâ)
Hükemâ : (Hakîm. C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler
Materyalist : Fr. Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Bak:
Maddiyyun)
Nefh : Rüzgâr esmek. * Güzel kokunun yayılması. Kokmak. * Vurmak. * Defetmek, kovmak. * Vuruşmak, kat'etmek.
İktiza : Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
Te’sirat-ı hariciye : dış te’sirler, dış etkenler.
Telebbüs : Giymek. Giyinmek. * İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek. * Örtülü olmak.
Kompleks : Fr. Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş. * Basit olmayan. Mürekkep. * İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
Bilbedahe : Açıktan. Aşikâr olarak. Meydanda olarak. Besbelli.
Hodbin : f. Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli.
Prensip : Fr. Umde. İlk unsur. Temel kanaat, temel düşünce. Temel bilgi * Man: Her çeşit münakaşanın dışında olan.
“Vettiyni vezzeytuni. Ve turi siyniyne. Ve hazelbeledil'emiyni. Lekad halaknel'insane fiy ahseni takviym. Sümme redednahü esfele safiliyne :
İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tîn 95/1-5)
Fıtrî haslet :Yaratılıştan gelen; Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Müdafî : Müdafaa eden. Koruyan. Def eden.
Tenezzülen : Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.
Bâkir : Tâze. El sürülmemiş. Bozulmamış. * Erken Esfele : En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fenâ.
Galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak. İbtidai : İlkel,pejmürde olan.
Âdet : Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle bozulmamasına gayret gösterir.
An'ane : Âdet, örf. * Ağızdan nakledilen söz, haber. * Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil. * Silsile. * Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir.
İtikâl : (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme. * Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması. * Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.
Gayri kabil-i tecezzi : Parçalara ayrılma ve bölünme, Ufalanması imkansız olma.
Restorasyon : Fr. Tarihî eserlerin aslına uygun tarzda tamiri.
Sun'î : İnsan yapısı, uydurma, takma, sahte, yaradılıştan olmayan.
Klasik : Fr. Çok eskiden yazıldığı hâlde değerini kaybetmeyen eser veya san'at eseri. * Âdet hâline gelmiş usul.
Sanduka : Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan yapılır, baş ve ayak uçlarına taş dikilerek baştakinin üzerine kitabe yazılırdı. (O.T.D.S.) Mürai :
Mütevazi’ : Gururlu olmayan, alçak gönüllü, kendi fakrını bilen. * Gösterişsiz. Alâyiş : f. Bulaşıklık, bulaşma. * Debdebe, tantana, gösteriş.
Hayat-ı hususiye : Özel hayat.
Mühlik : Helâk eden. Öldüren. Öldürücü. İfsad eden. Bozan. Kıtal.
Kalbetmek : Değişirmek.
Doktrin : yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y. * Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
Efdal : (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
“Ülaikellezine tabeallahü ala kulubihim ve sem'ihim ve ebsarihim ve ülaike hümül ğafilun : İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.” (Nahl 16/108)
TAKDİM
“Efendime...” M. D.
“Kün bahren Mütegayyiren...: Deniz gibi ol ki bulanmayasın!..” Bestamî