HER MADDİ OLAN CİSMİN SONU GELECEKTİR

“Gözlerin tahammül hududunun kamaştığı, kamerin tutukluğu, güneşin kamere girdiği zaman bunlar diyecekler: Nereye kaçacağım?” Güneşin gittikçe parlaklığı fazlalaşmaktadır.

Ömrünün sonuna doğru parlaklığı 100 misli artacaktır.

Ondan sonra buharlaşıp patlayacaktır.

Bu hâl her zaman gezegenlerde olan bir olaydır.

Bu işaretle evrende her şey güneş tarafından alt üst edilecektir. (Dünya nın biyografisi) Geoide Guimov. Fizik âlimi 1968

“Kıyamet”

“Her an var, her an yok ve tekrar var oluş vardır.” (âyet)

İşte Kur’ân'ın bildirdiği kâinatın sonu...

İşte fennin bildirdiği kâinatın sonu....

Biri ruha hitap...

Diğeri maddeye saplanan akla hitap...

Her ikisi de aynı...

Özet:

“İlimsiz inanç kör, inançsız İlim topaldır!”

Einstein

“Ben filozofların düşünürlerin, matematik ve fizikçilerin akıl buldukları ALLAH'a değil, mukaddes kitapların, Peygamberlerin haber verdiği ALLAH'a ve vahye inamyorum.” (Paskal).

“Kâinat bir düştür!” diye haykıranlar vardır.

Bu şarkı korosuna iştirak ederseniz:

“Atomlardan galaksilere kadar milyonlarca yıldızların uzayın düzen ve varlığı bir çok tesadüflerin, bir araya gelmesi ile olmuştur!” şarkısını söylemiş olursunuz,

Bu düşünüş protoplazmadan başlayıp aya ve diğer gezegenlere gidecek kadar insan, zekasının tekevvününü milyonlarca tesadüfü bir araya gelme zinciri olarak düşünmek ve kabul etmek olacaktır bu insanı maskara hâle getirir.

Fikirler, düşünceler ilim çemberi içinde kaldığı müddetçe dünya ve kâinat, bize düzgün bir nizam ve kanunlara tabi’ bir mekan ma gibi görünür.

Fakat bu nizamın oluşu mes’elesinde düşüncenin artık değeri kalmaz.

Bu hususta söz söylemek için, bu noktada katılaşmamak gerekir, ilmin bilmediği,

inancın tefsir ettiği şeyleri bilmek ve onlara edeble kulak vermek icab eder. Bu yönü düşünmek, ne gerilik, ne taassub ne de aptallıktır.

Fisagor, Delfes Ma’bedi’nin kapısına altın kakma ile şu yazıları yazdırmıştır: “Adet kâinatın,

Tekâmül hayatın,

Birlik ALLAH'ın Kanunudur....”

İhsan idrak ve zihninin kolaylıkla kavrayıp içine biraz olsun nüfuz edemiyeceği ucu bucağı bilinmez bir uzayda milyonlarca yıldızlarla birlikte dönüp duruyoruz.

Duygu organlarımızın kuvvetini artırmaktan başka bir şeye yaramayan bir takım âletler, teleskoplar ve analoji, matematik yardımı ile bir çok şeyler biliyoruz. Bunlar, hareket, zaman, mekân, sayı gibi yer yüzü mukayese Ölçülerimize esas olan her türlü kavramın özünü kaybettiği uçsuz bucaksız, bir vasat içinde idrakimizin muktedir olamadığı ilâhi bir kanuna taht olarak cereyan eder.

İki yıldız arasındaki mesafeyi, saat, gün, sene, asırlarla ifâde etmekten aciz bir hâldeyiz...

Ancak ışık seneleri kullanmak mecburiyetindeyiz.

Bunlar sonsuzluğa doğru kayan kâinatın teleskoplarımıza çarpan ve astronomların müşahede ve şahsi takdir ve tahminlerine dayanan bir kâinat modelidir, kaba duygularımıza ulaşan bilgiler toplumudur.

Kâinatın diğer yönleri ise bizler için tamamen meçhul, enginlik ve belirsizliktir.

Bilgisizliğimizin ve aklın inanç ile tamamlanması lâzımdır.

Aklın durduğu yerde, aklın ötesine hürmet, edip, boyun eğmek, aczini anlamak ALLAH'a inanmak demektir.

Akıl, ta’zim, hürmet ve edeb içinde söylersek, Tanrı'nın üç büyük vasfı vardır; akıl ve idrâk ölçümüzde:

“Halkeder, idame ettirir, yok eder.”

Onun mahiyetini tâyin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur... Bugünkü matematik, fizik, uzay ilmi karşısında bunu inkâr değil şüphe kapıları tamamen kapanmıştır.

Halk eder yani başlangıcı yoktur, idame ettirir.

Bütün kâinat kanunlarının değişmiyen icabları cereyan eder.

Yok eder, her maddî cismin sonu gelir demektir.

İlim malzemesi ile konuşursak:

Başlangıcı olmayan, sadece yaratılmamış olandır.

Başlangıcı olmayan hiç olandır.

Her şey hiçlik içindedir.

Dünyanın dışında hiçlik vardır.

Hiçlik her yerde hazır ve nazırdır.

Gerçekler vardır.

İmkânlar vardır.

Kavramlar vardır.

Şekiller vardır.

Gerçek maddedir.

Şekil de maddenin tanrılaşmasıdır.

Şekil veren prensip Tanrı'dır.

Tanrı herşeyden ayrı ve “Tek”'dir.

Çok görünüşlüdür. Bir gülün iki ayna arasında göründüğü gibi.....

Taş maddedir.

Balık maddedir.

İnsanlar da maddedir.

Tanrı'dan başka herşey maddedir.

Tanrı önsüz, sonsuzdur.

Uzay sınırlıdır.

Çünkü belli bir cismin sınırıdır.

Cisimsiz uzay yoktur.

Boş uzay da olamaz.

Cisim olmadan da uzay olamaz.

Memleketsiz sınır yok olduğu gibi...

Oluş ve yok oluş yalnız yer yüzündedir.

Gezegenler yokluk içinde dönerler.

Var olan herşey hiçlik içindedir.

Tanrı yaratmış olduğu evren sistemini yeniden hiçliğe çevirdiği zaman, onun yerinde hiçlikten, dünyanın başlangıcından önce olduğu gibi yaratılmamış olandan başka bir şey kalmayacaktır.

Bu cümleler olgun olmayan dimağlar için bir ihtilâldir...

Izdırab insanlığın hem mutluluğu, hem de derdidir.

Hem kaderi hem de büyüklüğüdür.

Bu, maddeye bakan insan gözünün, kulağının, düşüncesinin, mantık ve idrakinin, ilmi görüşünün son hudududur.

Bunun manevî ifâdesi şudur:

Ne bir ses ne bir nefes,

Duyulan sadece uçsuz bucaksız yalnızlık.

Bombo ş luk vardı veya yoktu.

Toprak yoktu.

Güneş yoktu.

Gün yoktu.

Ay yoktu.

Daha yıldızlar da yoktu.

Saman yolu yoktu.

Aydınlık yoktu.

Galaksiler de yoktu.

Yalnız bir “SU” vardı, altta üstte.

“Var” bile yoktu.

Bu yokların sonsuzluğunu kavrayan yalnız tek “O” vardı.

“O”nun mahiyetini tâyin ve teşhis edecek ve kavram hududuna sokacak hücre insan dimağında yoktur.

Ondan sonra Tanrı bir gülün iki ayna arasında görüldüğü gibi göründü. Yoklar var oldu.

Ve ondan sonra Tanrı, Âdemi gömlek etti.

Ve üstüne giydi.

Dünyayı insan şeklinde kendi süsleri ile süsledi.

İnsan, nereden geldiği bilinmez.

Ana ve baba perdesi altına gizlenerek doğar, büyür, yaşar, ihtiyarlar. Tekrar ölüm denilen sonsuz diyara kayar gider.

Bir yıldız gibi....

Bu ne hâldir anlaşılmaz.

Bilinmez.

Fakat devran böyle kurulmuş döner.

Varlıktan yokluk, yokluktan varlık oluyor sanır insan.

Hâlbuki her an var oluyor her an yok oluyor!

Buyurmuş “Resûl”:

“Dünya bir andan ibarettir.”

Tanrı bildirir kelâmında:

“Her an her şey yok olur, yeniden tekrar yaratılır.”

Böyle kurulmuştur bu evren....

Tanrı iki haslet vermiştir insana:

Utanma ve unutkanlık.

Biri edebin hududu, diğeri yeniden kuvvet bulma kaynağı.

Edeb, herşeyin insan için sınırıdır.

Aklın durduğu, kavramın takati kesildiği, başın secdeye geldiği, insanın kendine kendinden yakın olanla burun buruna geldiği hudud...

“Bir yay arası kadar”....

Aradaki perde utanma perdesidir.

Tahammül hududunu haber veren haslet....

İnsanda irade, ihtiyar vardır.

Her şeyi yapmak veya yapmamak kuvveti...

Utanma bu hududun dışındadır.

Utanma bakalım!..

Bu hududda irade yoktur.

“Sıfır” bile değildir insan iradesi...

Yaptığı işten içi burkulan günâh işlemiştir.

Edeb hududunu rencide etmiştir.

Yaptığı işten haz duymuştur.

Ferahlamıştır.

Sevap işlemiştir.

Edeb içindedir, demektir.

İnsan kendi kıymetine ulaşabilmesi için Tanrı “Alın terini” zahmeti şart koşmuştur....

Çünkü, Tanrılık taslayıp şirke girmesin diye...

Tanrı şirki istemez.

Şirk sana senden yakın, “seni gömlek diye giyenin” kendi kendisinin inkârı oluyor.

Aklın, kuvvetin, düşüncenin hududuna hayâ duygusu ile varılır.

Hayâ duygusunun korunması, vücud, ruh ve his çıplaklığından kurtulmakla olur.

Bunların yardımı ile:

Birlikte sevin!

Birlikte üzülün!

Birlikte yoksulluk çekin!

Birlikte sıkıntılı yıllar yaşayın!

Ve birbirinizden hiç bıkmayın!

Birbirinizi teselli edin!

Fakat tek olduğunuzu unutmayın!..

“ALLAH tektir!..”

“Feiza berikalbesaru. Ve hasefelkameru. Ve cumi'aşşemsu velkameru. Yekulul'insanu yevmeizin eynelmeferru. : İşte, göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay biraraya getirildiği zaman! O gün insan, «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.” (Kıyâmet 75/7-10)

Kamaşmak: Gözün ışıktan rahatsız ulup doğrudan bakamamamsı.

Evren : Kâinât.

Tesadüf : Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. (Bak: Delil-i inayet).

Televvün : (Levn. den) (C.: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme. * Döneklik, kararsızlık.

Maskara: Herkese karşı rezil olan kişi.

Tefsir : Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.

İcâb : Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.

Taassub : (Asab. dan) Bir şeye veya bir kimseye taraflı olma. * Din bakımından fazla salâbetli olma. * Kendi dinini çok üstün görmek. * Haksız yere husumet etmek. * Bir düşünüşe, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmemek hâli. (Bak: Dimağ)

Tekâmül : Kemâl bulma. Olgunlaşma.

(Zihn) Anlama, bilme, hatırlama kuvveti. Anlama kuvvet ve istidadı. Hıfz kabiliyeti. (Bak: Dimağ)

Dimağ : Beyin. Kafanın içi. (Bak: Kalb)

Kalb : Vücudun kan dolaşımı merkezi. Yürek. * Gönül. * Herşeyin ortası. * Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme. *İmanın mahalli. * Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb ismi verilmiştir.) Bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek. * Yüreğe vurmak veya dokunmak. Gönüle dokunmak. * Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. * Aks ve tahvil.

Analoji : Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedilmesine sebep olur. Hataya düşmemek için dikkatli olmak gerekir.

Âciz : Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.

Astronomi : yun. Kozmoğrafya. Gök ilmi. Felekiyat.Astronomi ilmi dünyanın birgün hareketinin duracağını; coğrafya, karaların alçalarak dünyanın sularla kaplanacağını, iklimin değişerek canlılar için yaşanmaz hâle geleceğini; fizik, güneşin birgün söneceğini, kâinattaki enerjinin artık kullanılamaz, işe yaramaz hâle geleceğini, kâinatın öleceğini açıklamaktadır. İnsanların yaşanmaz hâle gelecek dünya ve güneş sisteminden başka sistemlere göç edeceklerini hayâl etsek bile, kâinatın genel çöküşü karşısında kaçacak yer bulamıyacaklardır. Sonunda kıyamet kopması muhakkaktır ve Allah'ın vaadi olan âhiret, şüphesiz gelecektir.

Takdir : Kıymet vermek. Değerini, kıymetini, lüzumunu anlamak. * Kader. * Düşünmek. * Öyle saymak.

Tahmin : (Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.

Mechul : Bilinmeyen. Belli olmayan.

Ta’zim : Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifâde eden tavırda bulunmak.

İdame : Devam ettirmek. Dâim ve bâki kılmak.

Ta’yin : Yerini belli etmek. * Vazifeye göndermek, vazifelendirmek. * Ayırmak. * Tayın, erzak.

Cereyan : Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürür. Vuku, vâki olma. * Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.İhtilal : (C.: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık. * Şerre çalışmak, düzensizlik.

Izdırab : Acı çekmek.

Manevî : (Ma'nevi) Mânaya âit. Maddî olmayan. Mücerred. Ruhani.

İfade : Anlatmak. Söylemek. * Fayda vermek, fayda tutmak.

Teşhis : Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma. * Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek. * Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek. * Eşyaya şahsiyet vermek.

Diyar : (Dâr. C.) Memleket.

Devran : Devir, felek, zaman, deveran, dünya. Zikir halakası kurlan yer. Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.

Haslet : Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.

İrade : İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.

Günah : f. Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Bak: Kebâir-Cünha).

Rencide : f. İncinmiş, kırılmış.

Hazz : Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saâdet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.

Zahmet : Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.

Taslamak : Olmadığı hâlde öyle gözükmek.

Şirk : En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm)

İnkar : Reddetmek, kabul etmememek.

Hiss : Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.