GENÇ BİR FRANSIZ PAPAZININ İSLÂMİYET HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

GENÇ BİR FRANSIZ PAPAZININ iSLÂMİYET HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERi, BUNA iTiRAZ EDEN HRİSTİYAN ÂLEMİNE BiRLiKTE CEVABIMIZ 1961 Nisan ayında, genç bir Fransız Papazının yazdığı “Kur'ân ve Din” ismindeki kitabı okumuştum.

Kendisiyle mektuplaştık.

Bu genç din adamı Hıristiyan âleminin elde bulunan kitab-ı mukaddes bağlığı altında bir külliyât teşkil eden Davud, Musa, İsa Peygamberin Hazeratının kitaplarından, âyetlerle vesaik göstererek Resûl-i Ekrem'in son Peygamber olduğunu ve getirdiği dinin en mükemmel bir din olduğunu haykırmaktadır.

İslâmiyeti, genç olmasına rağmen, büyük bir sa'y ile tetkik etmiş ve düşüncelerini kitabında açıklamıştır.

Kendisine bir çok garip itirazlar olmuş, birlikte bu itirazlara cevap vermiştik. Şimdi bu hususu, aslından tercümesini yaparak, aşağıya arzediyorum.

Dindaşlarımızın, bu muhterem Papazın düşüncelerini, zevk ve iftiharla okuyacaklarını ümit ederim.

TEVRAT;

Bir şeriat kitabıdır.

Ahlak ve mevazini muhtevi değildir.

Asıl lisanı ibranîdir.

İNCİL;

Ahlâk ve mevâizle doludur.

Fakat içinde şeriattan eser yoktur.

Hangi lisanla vahyolunduğu ve ilk evvel hangi lisanla yazıldığı kat'i olarak malûm değildir. Hz. İsa (A.S.) ibranî lisanı konuşuyordu.

Fakat incil'in Süryâni lisanı üzerine nazil olduğu rivâyet edilmektedir.

Hz. Mesih'in incili, güzel hutbeleri muhtevi olmakla beraber, insanları derin derin düşündürecek, fikir ve nazarını açacak ufuklardan mahrumdur.

ZEBUR;

Kalbi müracaatlardan, ilâhîlerden, dualardan müteşekkildir.

(*) KUR’ÂN-I KERÎM;

Arapça değildir, Allahçadır.

Yani ifâde lisanı Arapçadır.

Ve daha evvelki mukaddes kitaplardan bu noktada ayrılmaktadır.

Lisan kelimesiyle burada lügat mânâsı buyurulmuştur.

“Lisanen Arabiyyen”

Yani Kur’ân-ı Kerim gerek mevzu’, gerek teşri’ usul bakımından daha önceki mukaddes kitaplardan farklı olmasa dahi lügat itibariyle onlardan ayrılmaktadır.

Bu mânâda Tevrat'tan iktibas edildiği yahut kitap ehlinden öğrenildiği yolunda tevcih edilecek bir hatadan sakınmak için işaret vardır, ifâde lisanı bakımından Kur’ân Arapçadır.

Beni israil'in kitapları bir çok ihbarat ile doludur.

Fakat bunlarda hikmetin dekayıkı, îmanın esrarı görülmez.

“Cabalistique” bir takım sırların menba’ını teşkil ederek bundan “Occultiste” lerin mezhep ve doktrininin esasları ortaya çıkar...

Hâlbuki Mukaddes Kur’ân bunların hiç birine benzemez.

İ slâmiyet :

“Peygamberler arasında ve kitaplarında fark gözetmeyiniz!”emrini esas kabul eder.

Tapacak bir ilâha insanoğlu muhtaçtır.

Bu, “Tek” dir.

Ve o ilâhın ismi de “ALLAH”dır.

“ALLAH” lâfzı mübâreki GOD, DİEU, DEUS, GOTT, YEHOVA ve diğer lisanlarda kullanılan yaratıcı'ya verilen isimlerin mukabili değildir.

Müteal varlığın bizzat ism-i hasıdır.

“Lâ ilahe illallah” lâfz-ı celili:

“ALLAH’tan başka ALLAH yoktur” demek değildir. “Tapacak ilâh yoktur, ancak tapacak ilâh “ALLAH” ismi verilen ilâhdır!” demektir...

İslâm dininde ALLAH “Ehad” dır.

Ehad kelimesi “UN”, “UNA”, “ONE”, “EİN”, “YEK”, “BiR”, “VAHÎD” kelimelerinin hududu içindeki “Bir,, değildir.

O “Ehad”dır.

İslâmiyette bütün semâvî kitaplara, bütün Peygamberlere inanmak şarttır, farzdır, Peygamberler;

ALLAH’ın Resûlüdür,

Ve kuludur.

Bunlara başka bir sıfat verilemez...

Peygamberler Ümmîdirler.

Buna itiraz, Peygamberleri bilmemek demektir.

Peygamber zamanında, kendisine hücum eden müşrikler bile, Hazreti Resûlün Kur’ân’ı yazdığını, kat'iyyen söylememişlerdir.

Kureyşin hepsi Peygamberin “Ümmî” olduğuna kat'iyetle kanidirler..

Bir kaç saat zarfında “BAHİRA”dan öğrenmiş olduğunu iddia ve ileri sürenlere:

“Bir kaç saat içinde bu kadar büyük mefhumları anlıyacak küçük bir çocuğun, bunu öğrenme mu’cizesini kabul ediyorlar!” demektir.

Kitab-ı Mukaddes'in hâlihazır elde bulunan nüshası Yunancadır.

Yunanca incil'de:

Paraklitos kelimesi ingilizce Comforter teselli verici mânâsınadır. Paraklitos, teselli edici mânâsına paraklitis telaffuz edildiği zaman, arapçada “Ahmed”in tam mukabilidir,

Yohanna incilinde :

“Peder tarafından gönderilecek paraklit yani ruh-u hakikiyye geldiği zaman benim hakkımda şehâdet edecektir.”

“Ben size doğruyu söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Zira ben gitmezsem “Paraklit” gelmez”.

“Benden sonra gelecek Ahmed nâmında bir Peygamberin müjdecisiyim.”... Yohanna incili 16 ncı bab, 7 net söz.

Bu incil tebligatı, İsadan sonra bir Peygamber geleceğine ve son Peygamber olacağına delâlet eder.

“O hakikat ruha geldiği zaman sizi irşad edecektir. O kendiliğinden söylemiyecek, her şeyi haber verecektir. O beni tazîz edecek”.

Tevrat'ta tesniye: 18 inci bab, 18 inci söz:

“Onlara biraderleri içinden, senin gibi bir Peygamber zuhura getireceğim ve kelâmımı onun ağzına koyacağım ve dahi kendine emredeceğim şeylerin cümlesini onlara söyliyecektir.”

Hz. Musa'nın bu müjdesi Benî İsrail için tahakkuk etmedi.

Tevrat tesniye 30 uncu babdâ:

“Rab, Sina'dan geldi ve onlara sa'irden zuhur eyledi. Paran Dağı’ndan tecellî etti. Onbinlerce mukaddesler ile geldi, onlara, onun sağ elinden şeriatın ateşi çıktı...”

Sînadan gelmek; Hz. Musanın zuhuruna,

Sa'irden kıyam: Hazreti İsa'ya işarettir,

Paran: Hicaz'dır.

Hazreti Resûl-i Ekrem de orada zuhur etti.

Bütün cihan kahramanlarının içinde “Mekke'ye onbin güzide mücahid ile giren yegâne tarihi şahsiyet Hazreti Resûldür.”

Şeriatı, şeriat-ı câmi’dir.

Arabistanda zuhur edeceğine dair bir haberde Eş'ıya 21. bab:

“Arabistan ormanlarında geceliyeceksiniz!

Ey Tihâ Diyarı’nın sekenesi!

Susamış olanları su ile karşılayınız!

Firarinin önüne ekmekle çıkınız!

Zira onlar çekilmiş kılıç önünden ve kıvrılmış yay önünden ve şiddetli muharebe önünden kaçtılar!..”

Bu cümledeki Arabistan kelimesi... Sonra da burda muhacirlerden bahsolunması, müjdenin hedefini tâyin etmektedir.

Dünya tarihi muazzam bir hadise olarak yalnız bir HİCRET kaydediyor ki o da Hazreti Resûlün hicretidir.

“Harpten, kılıçtan kaçtı”.

Hicret gecesi kanına susamış kılıçlardan hayatını kurtaran Hazreti Resûldür. Bunlar, son Peygambergeleceğini ve hak Peygamber olacağını, son emirleri getireceğini, semâvi kitaplarla isbattır...

Şimdi Kur’ân âyetlerinde:

Tur-i Tîna = İsa Aleyhisselâm Tur-i Zîta = Musa Aleyhisselâm

Belde-i Emin = Resûlullahların ba's olunduklan yerlerdir.

Bu yerlerin, mübârek ve emin belde olduğu işaret edilmektedir.

Turların ruhanî kalacağı, ruhanîlerin birleşerek madde şeklinde Belde-i Emin’de toplanacağına işarettir.

Gelmiş geçmiş, dinlerin islâmiyette toplanacağına delâlet eder.

Bu yerlerin hepsinin şimal nısıf küresinde bulunması ulvî olduklarına, islâm câmialarının hepsinin şimal nısıf küresinde bulunacağına, ince bir işaret vardır.

Cenup nısıf küresinde müstakbel islâm câmiası yoktur.

Bütün Peygamberler şimal yarım küresinde ba's olunmuşlardır.

Sûrenin “Vav” ile başlaması büyük, ruhanî bir mânânın ifâdesini taşır.

“Zeytun, tîn, belde-i emin” den daha evvel sizin bilemiyeceğiniz mübarek yerler vardır. Oradan gelmişlerdir.

Dünyanın sonu geleceğine işaret gizlidir. “V” de insan aklının muayyen bir hudud içinde bulunacağı, bir disiplin altında yaşayacağı, mükellef olduğu vazifeleri yapacağı emri gizlidir.

Yedi “V” ye inanmasiyle kurtulabileceği bildirilmektedir.

Arapçada, bilhassa Kur’ân dilinde “V” harfi diğer lisanlarda olan “UND”, “ET”, “AND” kelimelerinin müteradifi değildir.

“V”; inanınız, bunda kuvvet var demektir.

TîN = İsa,

Zeytun = Musa,

Belde-i Emin = Resûlullah.

Resûlullah ilk ve sondur.

Son ve ilk olduğuna göre;

İkinci Zeytun - Musa,

Üçüncü Tîn =: İsa,

Dikkat buyurunuz!..

Musadan sonra İsa ba's olunmuştur.

Sonra Resûlullah..

Resûlullah ilktir.

Ondan evvel Musa zikredilmiştir.

İ lkden sonra ikinci demektir..

Musadan sonra İsa..

Sûrede İsadan sonra Musa zikrolunması tekrar ilk ve son olana geliyor, ilkin sonuna, sonunun ilke rücu’u Resûlullahın son Peygamber olduğuna işarettir.

Şimdi bu tercüme malûmatı üzerine, Amerikadan gelen (23) suale cevap mes’elelerinin cereyan ettiği 1956 yılında Diyanet işleri Makamına 2.1.1956 tarihli bir yazıyla sorulan suallere teker teker cevap verilmesi yerine toplu bir cevap verilmesi hususunda eski müşavere Hey'eti azasından muhterem dostum M. Asım Beyin ricası üzerine, yazdığım yazıda:

“İnanmıyan garip sualler soran bir şahsa, Kur’ân âyetleriyle cevap vermek garip olur. Zira: “Kur’âna inanan bu gibi sualleri sormaz” kaydiyle verdiğim cevabî düşüncelerimi hulâsa ederek bu genç Fransız Papazı ile birlikte, hıristiyan âlemi mûterizlerine haykıracağım..

Bunlardan önce îslâm Dini lügatinden bazı târifler vermek lüzumu vudır:

  1. Kur’ân-ı Kerim mesaj olarak kabul edilemez.

Bu kelime ağıza alınmaz.

Bu, dinde saygı hududu dışındadır.

Manevî ölçü ve terazide küfürdür.

  1. Peygamberlerin vasıfları vardır.

Bu vasıflar olmazsa Peygamber olamazlar.

Bu vasıfları saymak bir nev'i inanma yokluğu ifâde eder.

  1. Dinde tenkid yoktur.

Her insanın ruhunda meknuz olan insiyakı kamçılayıp kendiliğinden harekete getirmek lâzımdır.

Tenkitçi değil, mürşid olarak hareket etmek icabeder.

  1. Kur’ân vehleten gaybe itiraz etmeden inananların kitabıdır ki o inananlara hakiki cepheyi ve hakikatlerin hakkını öğretir.

Kitabımıza inanmıyanlara bu kitabın malzemesiyle cevap vermek o mübârek ve mukaddes malzemeye hürmetsizlik olur.

Şimdi bu hürmetsizliği yapmamak için bu gibi sual soranlara, söylüyorum:

Namütenahi kâinatın menşei ve yaratıcısı hakkında benî beşer tahmin kabiliyetlerinin söndüğü geçmişlerden beri bir izah ve târif bulamamış ve bulamıyacaktır da..

Zira, onun mahiyetini tâyin ve teşhis edecek hücre insan dimağında yoktur.

ALLAH, her şeyin üstünde müteal bir varlıktır.

ALLAH, her şeyin üstünde müteal bir varlıktır.

Onun üç büyük tezahür eden vasfı vardır:

Yaratır,

İdame ettirir,

Ve yokeder..

Bu vasfın akıl yoran bir nizam içinde işlemesinde bir takım fizikî, kimyevî, cevvi, ruhî kaideler, değişmeyen kanunlar görülür.

Bunlar ALLAH’ın sıfatlarının tezahürleridir ki işte bu muazzam işlemdeki bütün şuun ve hâdisatın kanunlarındaki azamet ve intizamın heybet ve devâmı insan dimağı için mevzu’ ve bunların intizamım keşf, bir nev'i ibadettir ki yaratana karşı şükrün sıfat şeklinde ifâdesidir.

O hâlde ALLAH’ı kesret ve namütenahi kâinat hadisatı içinde idrak, insanda fıtrî bir hassa olarak tecellî eder.

Bu hadisatın heybeti karşısında, insan dimağının son kabiliyeti, mebhut ve hayret içinde duraklar.

Bu bir nev'i ALLAH’ı tasdik ve îmândır...

Beşer nesline bu idraki tattıranlar,

Bir anda Sidretü’l- Münteha’da yani beşer aklının söndüğü yerde bu hâli idrak ettirilmiş olan mümtaz, necib ve mübârek insanlar,

ALLAH’ın Peygamberleridir.

Peygamberler bunu beşere en doğru, en hakiki olarak idrak ettirmek için gönderilmiş elçilerdir.

Ellerindeki kitap kendilerine tebliğ edilmiş küllün, tekliğin kesret hâlinde izahlarıdır.

Bütün Peygamberler hep aynı şeyi söylemişlerdir.

Hazreti Resûl-i Ekrem son olarak;

İnsan dimağlarındaki yanlış idrakleri düzeltmek,

Hurafe ve bâtılları kaldırmak,

Beşerin yaratıcısı hakkındaki düşünceleri temizlemek,

Ve onları ıslah ve salâha kavuşturmak için son nebi olarak gönderilmiştir.

Bu târif ve bu büyük kudret karşısında, Peygamberlerin mümtaz kul ve insan olduklarına aykırı olan bir düşünceye sürüklenmek insan düşünce ve dimağına en büyük hakaret olur. Dinler, muhtelif emirler ve kaidelerle dimağı, intizama ve temiz düşünceye sevk etmek için nehiyler, temiz emirler ve şükrün ifâsı için, değişmeyen ibadet usulleri vazetmişlerdir...

Temiz bir düşünce, hakiki insana itiraz değil, inkiyad, itaat ve bînnetice sükûn içinde şükrün ifâsını telkin eder.

Amerikalılardan gelen 23 sual içinde:

“Ateşe elimi soktum niçin yandı?

Soğuk beni niçin üşütür?

Sıcaktan niçin terliyorum?

Güneş niçin ışık veriyor?

Ağaç niçin çiçek açtı?

Balık sudan çıkınca niçin öldü?..”

Gibi suallerin sorulmasındaki faidesizliği görüyorum...

Herşey izah edilmez.

Hissedilir...

Bu his, dimağı okşar geçer.

İşte, bu okşamayı idrak edip, onunla inşirah duymadadır iş...

Hazreti İsa babasız doğmuştur.

Nasıl olur! Aklın, düşüncen almıyorsa, bu düşünce ve aklının bazı tabiî şuuna saplanarak kendi kendini kandırmasıdır.

Bunun farkında olmayarak, düşüncenin yanlışlığını değil de onun doğru olacağını hissettiğinde, bu hissine hürmet için baba, anne, oğul hikâyelerini izah çâresi bulmuşsun ve dalâlete düşmüşsün.

Bu dalâletten kurtulmak için düşüncene artık itiraz etme..

Düşüncelerin sözüne bir müddet itaat ve inkiyad etme ki idrak kendi kendine bir gün gelecektir.

Dinimizde zorlamak yoktur.

Bu, düşünceden hisse, hisden idrake giden, insanların fıtrî hassasıdır da ondan böyledir.

Bu böyle olmazsa, Peygamberlere lüzum yoktur.

İnsanlar toplu olarak yaşarlar.

Aralarında en müdebbir ve zeki olan dâhilerini seçerek kendilerini idare etmek için başlarına getirirler.

Onun uzağı görme neticesi o topluluk bir çok itiraz mrıltıları ile nihâyet terakkiye, refaha kavuşur...

Bu hususlarda insanların ruhanî cihetlerini idare edip, onları hâlâs ve refaha götürenler de Peygamberlerdir.

Onlar hakkında da itirazlar, boş mırıltılar olmuştur.

Bunlar hiç bir şey ifâde etmezler.

“Şu karşıki dağı bana getir, onu tetkik edip anlayacağım!” diyenlere benziyor bu sualleri soranlar..

“Sen dağın yanına git ve tetkik et ve dağı gör!” diye biz de onlara söyleriz. Hakikat daima hakikattir.

Beşer düşüncesi ile hakikat tamamen anlaşılmaz.

Bu düşünce ve idrak bulanıklığı hakikati perdelediğinden bu sualler ortaya çıkmıştır.

Soğuk, kar, yağmur, sıcak, rutubet olmazsa nebatat da olmaz.

Hastalık olmazsa insanlar sıhhat mefhumunu bilmezler.

Bu perdelemeler olmazsa düşünce olmaz, idrak dumura uğrar.

Bu gizli kapaklı bazen akıldan uzak, bazen akla yakın gibi görünen hadisat ve şuun olmazsa dünyanın yaradılışındaki hikmet ve muradı ilâhinin mânâsı kalmaz.

Fenalık olmazsa iyilik olmaz.

Çirkin olmazsa güzel olmaz, gece olmazsa gündüz olmaz, insan olmazsa kâinat yaratılmazdı. ALLAH Cemâlini seyr için kâinatı kendisine ayna yapmıştır.

Bir gün bu ayna kırılacaktır.

Ve bütün kâinat ALLAH’a dönecektir!..

Hulâsa, bütün Peygamberler haktır..

Yekdiğerini takip etmeleri, insan aklı ve düşüncesi böyle olduğu içindir.

En son Peygamberle insanların artık derece-i tenevvüre geldikleri ind-i ilâhide kabul buyrulduğundan Cenab-ı ALLAH insanlarla vasıtalı tebligatı artık kaldırmıştır.

Bundan dolayı Resûl-i Ekrem son Peygamber ve kitabı da ekmel olmuştur. Atom devrinde ALLAH’ın varlığını deli bile inkâra yeltenemez...

Zira maddenin ve mânevîyatın hududları çizilmiştir.

Beşer, aklını zorlar, hadisat ve şuunu tetkik ederse, son Peygamberin emirlerini yerine getirirse CEMÂLE kavuşur..

Sükûn ve huzur içinde mânâ âlemine kollarını sallayarak metin ve vakur yüzü gülerek dalıp gider...

Menşeiniz hakkında dalâlet ve hurafeden kendinizi kurtarırsanız âhiret âleminin perdeleri kendiliğinden açılır.

Evinin penceresinden sokağı seyrettiğin gibi deryayı vahdetin dalgalarını hem görür ve hem duyarsın.

Böylelikle ölmezler diyarına en güzel namzet olarak hazırlanmış olursun.

Şuna inanıyor musunuz?

Bunun hakkında fikriniz nedir?

Bu olur mu olmaz mı?

Âhiret var mıdır yok mudur?

Bir üç, üç bir olur mu?

Kader şu mudur bu mudur?

Gibi suallere, hakikatlerin izahları olan İslâmiyet; cevabını, ancak dalâletten kurtulmuş akıl ve düşüncelere fısıldar.

Dinimizde icbar ve iknaa çalışma yoktur..

Her şey ortada, değinmeyen KUR’ÂN-I AZİMÜŞŞAN'IN içinde izah edilmiştir. Yalnız, O’na temiz olanlar yanaşır.

Ve suallerine cevap bulabilirler..

Bizde her şey peşin alınıp peşin satılır!..

İslama gelin, felah bulursunuz Misyoner efendiler!...

Mevazin : (Mizan. C.) Mizânlar. ölçüler. Terâziler.

İhbarat : Bildirilen haberler. İhbarlar. Bildirilen hadis-i şerifler.

Dekayık : incelikler.

Müteal : Âlî, büyük.

İsm-i has : Özel isim.

Sair : Seyreden, harekette olan. * Bir şeyden geri kalan. * Maadâ. Geçen, dolaşan. * Yolcu. Seyyar. * Başkası, diğeri.

Sekene : Sâkin olanlar, oturanlar. Bir yerde devamlı oturanlar.

Teşri’ : Yolu açık ve vâzıh kılma. * Şeriata isnad ve nisbet eylemek. * Kanun vaz' ve tenfiz eylemek. * Peygamberimizin (A.S.M.) şeriata dair emretmesi. * Havuza su getirmek.

Tur : Dağ. * Had ve mikdar.

Şimal nısıf : Kuzey yarım küresi.

Cenup nısıf : Güney yarım küresi.

Müteradif : Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden. * Gr: Yazılışı ayrı, fakat mânası aynı olan kelime.

Mu’teriz : İtiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.

Menşe’ : (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.

İnsiyak : Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.

Vehleten : Birdenbire. İlkin. Ansızın.

Benî beşer : İnsanoğlu.

Mebhut : Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem.

Sidretü’l-Münteha : Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihâyet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.

Mümtaz : Diğerlerinden ayrılmış, üstün, seçkin, seçilmiş. * Ayrı tutulan.

Müdebbir : Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören. * İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan Allah (C.C.).

Hülâsa : Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası.

Cevvi : Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ. * Ev veya odanın içi.

Şuun : (Şe'n. C.) İşler, fiiller. Havadis.

İnkiyad : Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.

İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.