Oruç, insan ruh ve maddesinin ilâhi banyosudur.
Oruç, vehleten aç durmak gibi gelir insana.
Aç durmakla cesed zevk duyarsa, oruç'un mânâsı ortaya çıkar...
Açlıktan sıkıntı duymak, hakiki oruç mânâ ve mefhumunun dışındadır.
Oruç, cesed ile ruh tevhidini husule getirmektir.
Mukaddes Kur'ân-ın Bakara Sûresi'nde 183 üncü âyet yâni,
ALLAH sözleri diyor ki: “Ey imân edenler!”
Buradaki İmân edenler, kâinatta aczini bilerek gaybe inananlar demektir. Gaybe inanmak çok güç, çok zor bir başarıdır, insan oğluna...
Mantık ve havas'a hitabetmeyen şeylere inanmak çok müşkül bir iştir.
“Bu oruç ile ta ki günâhlardan korunasınız.”
“Oruç size yazıldı, nasıl ki sizden evvelkilere yazılmıştır...”
Kulun ALLAH'a karşı olan şükrünü ifâ etmemesi ve bunda devâm etmesi edeb dışı bir iş olur ki buna günâh derler.
Günâhın cezasını Cenab-ı Hak kulun kendine bırakmıştır.
Günâh, inkâr ve red hududuna girerse, küfürdür.
Küfürün cezası ise, ALLAH tarafından verilir...
İnsanda bütün ilâhi esmâlar tecellî ettiği için, şükrün ifâsının tehiri, esmâları zedeler...
İnsan böylelikle, kendi kendini zedelemiş olur.
Yukarıdaki söylediğimiz emir ile oruç, ALLAH'a inananlara farz olmuştur. Emirde “yazıldı” kelimesi ile büyük bir incelik ve hikmet ifâde edilmiştir... “Yazıldı” kelimesinde “sizin canlılığınız, ruhunuz ve maddeniz bir murad ile halk edildi. Ve ona lüzumlu olan şeyler de, evvelce Âyetullah ve Sünnetullah ile tâyin edildi” mânâsı gizlidir.
Âyetullah: Esmâların tecellîsi, görünmesidir.
“HAYY” ile canlıyız “BASÎR” ile görürüz “SEMİ’ ’” ile işitiriz, ilaâhir...
Bunların devâmı için, bir takım kanunlar vardır.
Havadan oksijen alırız, su içeriz, gıda alırız, sıcak ve soğuğun tesirleri vardır. Bunları saymak uzun sürer...
Bunların hepsi Sünnetullah'tır.
Yani tabiatta, câri, fizikî, kimyevî, meteorolojik her türlü değişmeyen kanun hâlindeki hâdisattır...
Emrin içinde Sünnetullah'tan zarar görülmemesi gizlidir.
Ruh ve maddeye lüzumlu olan bu “yazılış” şimdi size tatbik edesiniz diye emrolundu demektir.
Çalışmadan sonra dinlenme, uyku nasıl insan ve canlı için lüzumlu ise, oruç da, insana, yaradılışında lüzumlu olan hâdiseler arasında bulunur...
Oruç, uzviyetin her gün yapmağa ruhî ve fizyolojik olarak duyduğu mecburiyetlerin, bir anda irade ile durdurulup perhize geçmesidir.
Oruç, mecburi olarak, uzviyetin dinlenmeye sevk edilmesini sağlar.
Fakat emirin konulması, bu mecburiyette tehir olmasın diyedir. Hastalıklarda, hastanın perhize konuluşu, onun iyiliği için bir mecburiyettir. Oruç'un her sene başka bir ay ve mevsimde gelişi de dikkate yayandır. Mevsim ve aylara göre doğanların karakter, bünye ve arzularını, beşerîyet hâlâ gazetelerde, kitaplarda tahlil etmektedir.
Yazımızın başında, cesed açlıktan zevk duyarsa diye bir söz ettik. Evet duyması lâzımdır.
Yemek helâldir, vücuda eziyet vermemek lâzımdır; gibi iftarda ve sahurda yemek hikâyelerini ileri sürüp, fazla yemek yemeği müdafaa, oburluk, tahammülsüzlük, sabır hasletlerini firenlemek kudreti olmayanların mütâlâaları olarak kabul edilir.
Tahammülsüzlük gösterenlere, hastalara zâten oruç farz değildir.
Bu hâlleri zail oluncaya kadar.
Oruçtan sabır, tahammül, kendine hâkimiyet, sinirlerini dizginlemek, kanaat miktarının ölçülmesi murad edilmektedir.
Hasta bir insana, normale avdeti için, doktor bir takım sıhhi tavsiyelerde bulunur.
Bunları yapması kendisi için faidelidir.
Başkası için değil.
Oruçta normal uzviyet için; ilâhî, sıhhî bir öğütün, emir şeklindeki tecellîsi gizlidir.
Yapabilene ne mutlu...
Orucu süsleyen bir takım âdabı muaşeret de vardır.
Vakti, şartlan, sünnetleri, orucun sahih oluşunu sağlayan, öyle olması muhakkak lâzım gelen kaideleri mevcuddur.
Orucu bozacak hâller; oruca niyet etmiş temiz insanların bilmesi ve riâyet etmesi mecburiyeti olan hususlardır ki, bunları bilmeden, zâten oruca girilemez...
Oruçta, insanın, helâl yemeğinden, arzularından, isteklerinden ruhen ve maddeten ayrılıp sıyrılarak, yükseklere tırmanışı gizlidir.
Bu yükselişteki zevk, insanın anlama ve kavrama derecesine göre değişir. Bu dereceye göre de uzviyetin bir dinlenme ve tasfiyesi husule gelmektedir.
Vehleten bu hakikatları reddedebilirsiniz.
Fakat mes’ele öyle değildir.
Biraz sabrediniz ve her şeye itiraz ile yüklü olmayınız...
Oruç tutanlara hürmet etmek, insana yakışan en büyük fazilet tezahürüdür.
Tutmayana da bu zevkten mahrum olmanın vereceği ölçü ile bakmalıdır. Oruçlu bir insanın, büyük bir sabır ve sükûn heykeli gibi, daima sakin ve etrafına gâyet rahîm ve şefkatli olması, orucun kıymet ve derecesi ile ölçülür. Yemeğe hasret açgözlülüğü, etrafına çatmak asabiyeti gibi hâller izhar edip bocalıyan hakiki oruç tutmuş olmaz.
0 ancak sabahtan akşama kadar beyhude yere aç durmuş olur ki bu orucun mânâsına bile yanaşmaz.
Uzviyet açlığın vereceği aksülamellerin doğuracağı faideye kavuşabilmesi için tamamiyle sakin ve gevşemiş olmalıdır.
Asabiyet, bu muvazeneyi hemen bozar, asabî insanlarda mide ağrıları, iştahsızlıklar malûmdur.
Oruç'da Er REZZAK esmâsı, kemâl-i edeb ve ta’zimle bir tarafa bırakılıp “HAYY esmâsı ile” Hay'ın menba’ı olan Hayyü lâyemut’un huzuruna çıkmak vardır.
Oruçluda akşama doğru bir zevk hissi başlar. Bu his:
1 - Uzviyetin yemeğe karşı duyduğu hasretin giderileceğini ruh vasıtası ile öğrendiği için, vücuddaki hafiflik zevkidir.
Bu zevk makbul değldir.
Zira bu memnuniyet verdiği itaattan duyulan mecburi uzvi açlığın bağırışıdır.
2 - Ruhun duyduğu hafiflik ve dumanlanmadır ki bu da riyâzatın uzviyet ve ruha vereceği hasletlerin, manevî yükselişin disiplinine alışmamış insanların, bir emri yerine getirmelerinden doğan, tatlı bir iştir.
Bunun da arkasında, yine uzviyetin gizli açlık feryadının, edeben teskin edilişindeki çabalama mevcuddur.
Hâlbuki orucun ve az yemenin hikmeti, mânevi âlem hazinelerinin kilididir. Bâtın gönül pınarları, açlık ve oruç bereketi ile fışkırır.
Herkesin aynada gördüklerinden daha fazlasını, bir tuğla parçasında görebilirsiniz.
Hakiki oruçlu bir insanda:
Simâda Er-RAHÎM esmâsının tatlı soluk rengi, gözlerde ötelerin ötesine bakan tatlı bir hâlâvet, dilde fazilet, adalet, şefkat ve doğruluk süzgecinden süzülmüş, inci gibi kelime ve sesler doludur.
Ne mutlu böyle insana!
HAYY esmâsının tecellîsi olan insan, bu esmâyı Er REZZAK esmâsı ile değil de HAYY’ı, hay ile beslerse daima hay olur.
Ecel, insana Er REZZAK esmâsının hay’dan elini çektiği dakikada gelir. HAYY’ı, hay ile besleyen insan daima hay olur.
Mevlâna on yedi gün gece ve gündüz ağzına bir şey koymamış ve onsekizinci günü:
“Öyle bir hamle yaptım, uçtum, uçtum hayyü lâyemuta kavuştum.” diye bağırmıştır.
Oruçla, HÂLİK bu ince kavuşma yolunu, müminlere hediye etmiştir.
Anlayana ne mutlu....
“Ölmeden evvel ölmek!” tebşir-i Peygambersi:
“Er REZZAK ile değil hay ile HAYY’ı devâma çalışınız. O zaman daima hay olursunuz” demektir.
Bu bir sırdır.
Anlaması güçtür.
Güç kelimesi perdelerle örtülü olduğu için kullanılmıştır.
Murad-ı İlâhî böyledir.
Bu muradda büyük ve büyüklerin büyüğü bir hikmet gizlidir.
“HÂLİK’le öyle anlarım olur ki aramıza melek-i mukarreb bile giremez.” Buyuran Resûl-i. Ekrem'in:
“Bir ok yayı kadar yanaştı.” sözü, dinin asıl nüvesini teşkil etmektedir.
Bütün bu yoldakiler, bunu hâl ve anlama peşindedirler.
Onun için :
“Oruç benimle kulum arasındadır, mükâfatını bizzât ben vereceğim.” buyurulmuştur.
HAYY ile her şey vardır.
Bütün esmâlar HAYY'ın vasıflarıdır.
Bir tane de vardır ki bunların hepsinin ismidir, ona da “İsm-i Azam” derler.
“Şu mudur? bu mudur?” diye uğraşma.
Bir şeyi insan görür, tutar, anlar ve inanır.
Fakat bu anlamada şüphe ve şek bulunduğu zaman. “bu mudur? şu mudur?” diye mırıldanır. Hakiki isimde mütereddittir.
Ondan dolayı hakiki çağrıyı yapamadığından, büyük istifâde ve visale kavuşamaz...
ALLAH yolunda ölenler ölmemişlerdir.
ALLAH yolunda ölenler kimlerdir.
Hiç düşündünüz mü?
ALLAH'ın her canlıya bilaistisna verdiği Er REZZAK'tan zorla nasibini kesmek arzusunu taşıyanlardır.
Bunlar binbir türlü vesilelerle ve perdeli şekillerle Hay’lıklarını HAYY ile birleştirip, ortadan Er REZZAK esmâsının kaldırılmasına uğraşanlardır.
Bir çok hastalıklarda perhiz, hastanın iyi olmasında en büyük âlimdir.
Bu HAYY'ın Hay'dan medet dileyerek, boşalan enerji akümülâtörünü doldurması demektir.
HAYY’ı, Hay ile beslemeğe uğraşanlar ise, Velîlerdir.
Huzura çıkmak için rızkın mahsûlleri temizliği bozar.
Temizliği tazelemek lâzımdır.
Bunlardan anlıyan için, büyük hakikat ve huzur kapıları görünür, işte bu kadar...
Hikâyenin anahtar deliği oruç'tur.
Oruç'un kıymetini bilmeğe ve bunda devâmlı olmağa gayret etmek gerektir. Amma: “Ben yapamıyorum!” diyeceksen, bu meydanlarda dolaşmağa bakma...
Bu meydanlar çok hoştur, çok tatlıdır, fakat tehlikesi de çok ve anidir...
ALLAH kimseyi zorlamaz.
Verdiği Hay parçasının hürmetine orucu “Yazılmak” kelimesi ile emir buyurmuştur.
Bu bize verilen HAYY’ın, ind-i ilâhiyede makbuliyetini artırmak, Hay’ın makarrı olan vücud için mecburiyetinin, gâyet müsamahakâr ve nezâket çerçevesi içinde “Yazıldı” Lafz-ı Mübâreki ile bildirmesidir.
Bu kelimede zorlama, korkutma yoktur.
Bu kadar nezaketle emir buyrulan oruçta nasıl büyük bir sır, derin bir hikmet, huzur ve felah olduğunu artık sîz düşününüz...
Ramazanınız mübârek olsun!...
“Ya eyyühellezine amenu kütibe aleykümüs siyamü kema kütibe alellezine min kabliküm lealleküm tettekun : Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 2/183)
Zail : (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen. Avdet : Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'.
Uzviyet : Uzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva ait.
Halavet : Tatlılık. Şirin olmak.
Tebşir : Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek.
Mukarreb : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
Nüve : Çekirdek, asıl, menba. KABE
Dünyanın en şerefli ve mukaddes, lâmekâna bakan mekânıdır.
Ruhların niyaz ve teveccühü buradan lâmekâna gider..
Lâmekânın, mekânda görünür kapısıdır, bu mübârek yer...
Dualar, arzular orada kabul olunur, huzura oradan gidilir...
Meleklerin, Velîlerin toprakta uğrağıdır.
Mirâc-ı Nebi oradan başlamış,
Nidâ-yi Resûl oradan dünyaya yayılmıştır...
Kelâmullah o topraklarda kalb-i pak-i Resûle verilmeye başlanmıştır...
Orada her şey sakin, gök insana çok yakındır, o yerde...
Kelâm-ı ilâhinin heybetinden, her zerresi toprağın ALLAH'ı tesbih etmektedir, o yerde...
Milyonlarca, rızaya koşanların çevrildiği makamdır orası...
Hiç bir an yoktur ki o makam insanla çevrilmemiş bulunsun.
Lâmekânın mekânı Beytullah'tır o yer...
Resûlün mübârek ayaklarını bastığı, o topraklar, mübârek sadırlarına giren hava, o havadır.
Rahmetin kaynağıdır o makam.
O makama yakından yapılacak hürmette, biraz beşerî korku veya riyâ gizlenebilir.
Uzaktan yapılacak hürmette ise, havf ve sevgi vardır...
Bundan dolayıdır kî, Resûlullâh bile, ruhu muallallarını, uzakta, Medine'de teslim etmişlerdir.
Resûle yapılacak hürmet ile Kâbe'ye yapılacak ta’zimin ayrılması murad olduğu içindir bu ayrılık..
Ravza-i Resûl Kâbede olsaydı hürmet dağılacak, ortaya hürmette ikilik ve kıskançlık çıkacak...
Resûller tarihi tetkik edilecek olursa, bütün Resûllerin, Nil, Filistin, Hicaz, Ceziretül-Arap mıntıkasında ilâhî vahiylerini aldıkları görülür...
Nil, Kudüs, Tur-i Sina, Cebel-i Hıra, Arz-ı Kenan seçkin ve mukaddes yerler olarak taayyün etmişlerdir.
Binlerce mu’cize, yüzlerce afat-ı ilâhîye taşkın insan kitlelerine çarpmıştır o yerlerde; adeta bu mıntıkalar Kudret-i İlâhîye ile mücadele eden sapkın insan kitlelerine sahne olmuştur...
Lut kavimleri, Sodom ve Gomoreler, Nuh tufanları, Âdem ve Havva, Firavun ve Musa vak’aları, Ebu Cehiller, Nemrudlar hep bu mıntıkaları, küfür ve îmânın, hakikat ve dalâletin, çarpışma sahneleri yapmıştır.
Bu hâdiseler murad-ı ilâhî ile vuku’a gelmiş, beşer dalâletinin, hakikati ilâhiye karşısında, mezarı olmuştur o yerler...
Dalâlet ve küfürden süzülen beşer oğlu, bu hakikatların tam yerini, bir namaz esnasında, Resûlün birden bire Kâbe'ye Medine'den teveccüh ederek dönmesi ile bütün bu mukaddes yerler birleşerek hâtem-ün-Nebiyyîn asıl ve esas Kâbe'si son Tecellîgâh-ı İlâhîsini bulmuştur...
Mu’cizeler birleşmiş, Ruhlar tevhide bağlanmış, bütün ALLAH diyenler Kâbe'ye çevrilmiştir.
Cenâb-ı Resûl'ü, İlliyyîn'e, Mi'rac'da Cebrail kavuşturmuştur.
Mekke ile Kudüs arası Mirac'ın ilk merhâlesini teşkil eder...
Abid olarak...
Ötesi bizce meçhul...
Bir şey söyleyemeyiz.
Namaz, müminin Miracı olduğuna göre; câmi, kulun illiyyîne çevrilerek, Mirac'a
gitmesine aracılık yaptığından, Cibril-i Eminin yerini tutmaktadır...
Bundan dolayı, Cibril-i Emin, Mescid-i Aksâ'da, Resûlün Enbiya ervahına imam olduğu yerde, ilk ezanı okumuştur..
Ervaha imam olan Cenâb-ı Resûlün hareket noktası, mekânda cesedi ile Mekke'de olduğıı için, bir gün, Medine'de Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılınırken, Resûle Mekke'ye dönmek emr-i vahyi gelmiş ve hemen Mekkeye dönmüştür.
Mekke, iMiyyîne gitmek arzusuna talib abdin hareket noktası, yâni Mirac'ın başlangıcı olduğundan, namazda Kâbe'ye dönülür...
Ruhanî Âlem kapısı,
Rızaya giden yol,
Cemâle giden nûr yolu,
Melekûtun hareket noktası,
Ruh âleminin görünür merkezidir, Kâbe...
Beşerin dalâleti o kadar katılaşmış bir hâle gelmişti ki, Kâbe'yi taştan İlâhlarla doldurmuştu...
Heykel, resimden çok farklıdır.
Resim iki boyutlu, heykel üç boyutludur, insan, iki gözle bakar, her şeyi tek görür, iki gözün mevcudiyeti, üçüncü bu'du idrak içindir.
Kesret'ten vahdete işarettir.
Küçük çocuklarda, henüz göz sinirlerinin tasallûbu husule gelmediğinden, üçüncü buudu çocuk idrak edemez; onun için her şeye elini uzatır.
Derinlik mefhumu yoktur.
Çocuk büyüdükçe tasallûp husule gelir, derinlik mefhumu idrak olunmaya başlar...
Kâbe'nin heykeller ile dolması bir hikmet-i ilâhiyeye matuftur.
Cenâb-ı Allâh buradan kuş uçurmazdı arzu buyursa; fakat hakikati anlatmak için böyle murad etmiştir.
Ebrehe'nin fillerini, ordusunu, ebabil kuşlarının, minicik taşları ile yok etti.
Bir çok insan kütlelerinin mukaddes saydığı ve dalâlet içinde bulunarak putlarla doldurduğu Kâbe'ye, bir nûr indirdi ve bu nûr putları eritti ve her tarafı kapladı, kudret tecellî etti...
Üç buut Mekân'da bir yer kaplar, iki buut kaplamaz, resim gibi...
Resim bir gölgedir, cisimsiz olan ALLAH'a izâfe edilerek, mekânda bir yer verilerek cisimlendirildiğinden heykel küfürdür denir; bundan dolayı putların kırılması ile mekân kaybolmuştur.
Beşer çocukluk devrinden kurtulup, gözleri üçüncü buutu idrak ederek, onu yok etmiştir.
Bu hâdise, bir anda, Kâbe'de tecellî edivermiştir...
Ondan Resûle birden bire Kâbe'ye, namazda dönmek emrolundu..
Her türlü tabiî süsten, ağaçtan, çiçekten ârî, mübârek toprak, taş yığınları, cehennemi sıcak dekoru içinde bulunan Kâbe; geniş, ucu bucağı olmayan masmavi bir semâ altında mübârek bir arz parçasıdır.
Cennet nimeti olan su, ismail'in ayaklarının altından “Zem Zem!” feryadı ile çocuğun bir niyazı, nezd-i ilâhide kabul buyrulmuş ve buz gibi su, cehennemi sıcak kum deryası içinde mübârek topraktan fışkırmaya başlamış, hâlâ
fışkırmaktadır; o yerde, sıcakta, suyun cennet nimeti olduğunu, suyun kendisi haykırmaktadır...
Rabbi’l-maşrıkayn, bütün kâinatın, namütenahi görünür âlem-i şahadetin, Rabbi'dir.
O Rabbilmağribeyn ise, ruhanî âlemin SETTÂR esmâsınm kapladığı âlem-i gaybın Rabbi'dir. ikisi birleşiyor tevhid ve teklik çıkıyor ortaya...
Maşrık, Kâbe'den başlar;
Mağrıp, Ravza'dan...
Maşrık dünyaya geliştir ruhanî âlemden..
Magrıp ruhanî âleme gidiştir dünyadan...
Dümdüz, yeşil bir saha içinde, bembeyaz bir taş yığını hâlinde, Medine ufuklardan görünür.
Ortasında yemyeşil Maşrık ile Mağrib'in birleştiği, öpüştüğü yerden, semâlara Rahmetenlilâlem'in Remzi olan yeşil kubbe yükselmektedir...
Burası, ALLAH sevgilisinin yeşil kubbesi, nazar-ı ilâhînin bir an bile eksik olmadığı Mustafa'nın makamıdır...
Milyonlarca müminin selât-ü-selâmının okşadığı yerdir orası...
Oranın toprağında cesed bile kalmaz, yalnız cesed-i pak-i Resûl bulunur... Diğer mezarlar, makamlar hep temsilen kalmışlardır...
Na’ş-ı Mubarek-i Resûl arzdan kaldırıldığı zaman dünyanın sonu gelecektir... Niyazlar, dualar, arzular, ölmüşlere Kur'ân hediyeleri;
Hep, mekândan Lâmekân'a Resûle uğramadan gitmez, gidemez kabul olmaz...
Saray-ı İlâhiye ancak, Resûl kanalı ile müracaat olunur.
Bu bir murad-ı ilâhîdir.
Bu lâmekâna hürmetin mecburî olduğundandır.
“Ben ve Meleklerim Resûle selât-ü-selam götürüyoruz. Siz ne duruyorsunuz!” mealindeki âyet bu demektir...
O huzura kabul edilen, ünsiyet peyda eden, ancak namazda bir tekbir ile uğramadan girebilir. Fakat şeytan aklından çıkmaz...
Resûl'den izin al, yâni, onda eri!..
Ondan sonra:
“Allâhu Ekber!” diye namaza başla...
Mirac'a girersin...
Namaz Mirac'tır, O zaman sana yanaşmaz.
Çünki sen Resûl'de eridin.
Resûlullâh ın potasında erimiyende daima şüphe mevcuddur.
Şüphede olan gafletten kurtulamaz.
Gaflette olan hiç bir şey olamaz.
ALLAH'a ibadetin devâmlı oluşu, bu erimeyi temine fırsat verdiğindendir. Yoksa...
ALLAH'ın ibadete ihtiyacı yoktur...
Beşeri, düşünme muradı olduğu içindir...
Nebilerin, velîlerin, mürşidlerin, gavsların, kırkların, dörtlerin, üçlerin mu’cize ve kerametleri gafletten, şüpheden kurtulmak kuvvetinin insanda mevcud olup onu bularak Resûl'de erimelerine işarettir..
Erime çârelerini beşer bulsun, yardım alsın, kurtulsun diye lâmekâna doğru yoluna istikâmet versin diye Kâbe'yi görerek, tanıyarak, el ile tutarak kolaylık göstermişlerdir...
Allâhuekber!..
Bunların hepsi edeb içinde “Hayyi lâ yemut”a kavuşmak için kurulmuş dekorlardır işte...
Herşeyi önüne serdim, her şeyi burnunun ucuna kadar getirdim...
Sen hâlâ deli dolu, bön bön bakıp duruyorsun...
Kabahat kimde?..
Sende, sende, sende!..
Seni, beni at da gaip zamiri “O” ol!
“O...”
İşte iş bundadır...
Hâlâ mırıltı, dırıltı, zırıltı ile uğraştığın yeter!..
Edeb, fazilet, doğruluk içinde ömrü geçenler vardır.
Bir de hayvan gibi ölüp gidenler..
Şüpheler, vesveseler içinde her an değişmede bir ümit vardır.
Bunların yerinden kımıldanma ve sökülüp atılmağa hazırlanma olduğunu da unutma.
Bir gün belki sana da bir el girerek hepsini söküp çıkarır...
Şakk-ı sadır yapan Cebrail olmaz da seni şüpheye düşüren bir el olur bu el.. Şüphe, kuruntu, bir nev'i ruh uyuzudur.
Uyuz, aklında olursa fena.
Ruhundakini iyi ederler belki.
Şüpheden bazân acı bazân zevk duyarsın, uyuz da böyledir...
Uyuz hastalığının arazı tamamiyle bir hikmettir.
Yani kaşınması...
Fakat sen uyuzdan kurtulmağa ilâç ara...
Uyuzu kireç ile kükürt iyi eder, kireç ve kükürt nasıl kireç ve kükürt olmuştur, hiç düşündün mü?
Kireç ve kükürt uyuz olmaz.
O hastalık onlara yanaşmaz.
Bu hassaya sahib olmak için ne yapmışlardır?
Hiç olmazsa onu ara, bul, sor öğren!..
Hazıra konacağım diye çabalama, vakit az...
Güneş, batmağa gidiyor her şey yan yolda kalır...
Kendini musalla taşında bulursun, iş işten geçer...
Biraz aklın ile ruhunu fırçala..
Ruhunla aklına tekme vur.
Bu mücadele çok güzel bir mücadeledir...
Kendini öğrenince mes’ele kalmaz...
İşte bunları hazırladıktan sonra “Beytullâh”'a dön,
Resûlullâh'a iltica et,
Öylece kıpırdamadan dur,
Sabır içinde...
Hiç olmazsa bir gece bu hâlde uyumadan, sabaha kadar sebat et...
Yardımcı her zaman, her an, mevcuddur, sana da uğrarlar.
İlk önce aklını iyice doyur da itiraz ve şüphe kapılarını kapa, ruhunla başbaşa kal...
Haydi yolun açık olsun!..
Bu yazımızdaki sözlerimizden, bir son bekliyorsun.
Lâflar kulağına vurdukça, içinde şüpheler artıyor..
Böylelikle bir şey öğrenemezsin;
Bırak bizi,
Git işte aLlAH aşkına!..
Lâmekân : Mekansız İlâhî âlem.
Tasallub : Sertleşmek. Katılaşmak. * Sağlamlaşmak. * Gayret etmek.
Na’ş : Kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. * Cansız vücud.
Şakk-ı sadr : Bağrın, gögsün yarılması,açılması.