ORUÇ

İslamların en büyük ibâdetlerinden biridir ki, hiçbir veçhile içine riyâ giremez. Bu ibâdetledir ki, insan ruhu, maddî bağlarından muayyen bir müddet için ayrılarak manevî bir inşirah ve istirahate çekilir.

Hazret-i Resûl'e vahyolunan Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiğine göre oruç, ALLAH'ın, kendisine inanan ve tapanlara bir emr-i mübârekidir.

Gün doğmadan başlayan, güneş batıncaya kadar her türlü yeme ve içmeden, telezzüz-ü şehvanîden kendisini kendi kendine men'eden oruçlu bir insanın salâbet-i ruhîye ve rûhâniyesi önünde hiçbir mantık eğilmeden kendisini geri alamaz.

Orucun maddî bakımdan vücût makinasına yaptığı büyük tesiri kısaca mütalâa edersek; yiyeceksiz kalış, ilk önce açlık duygusunu uyandırır, bazan sinir bozukluğu ve nihâyet yorgunluk hissini ortaya atar.

Daha çoğu ruhî ve daha azı maddî gibi görünen bu rahatsızlıklar vücud makinasında ehemmiyetli olan birtakım gizli vücud çalışma hâdiselerini tahrik eder.

Karaciğerdeki şekerler, deri altındaki tabakalar ve adeledeki yağlar, beze ve

karaciğer hücrelerinde protein'ler harekete geçerler.

Bütün uzuvlar, maddelerini, iç muhitin ve kalbin tamamiyetini muhafaza için, fedâ ederler.

Bu sûretle bir sene durmadan ve dinlenmeden çalışan insan makinası, nesiçlerini temizler ve değiştirir.

Bu değişme bir senelik yorulan ve kendisinde kimyevî birtakım maddeleri biriktiren uzviyetin insan ruhiyatı ve arzularına bağlı bâzı itiyat ve isteklerini değiştirir; yerine daha taze, daha canlı, ruh ve madde çalışma sistemini husule getirir.

Hastalıklarda, hekimlerin tavsiye ettiği istirahat, hasta uzviyetinin normal vaziyetini alması için vücudun hücrelerine yeniden bir hız vermekten başka bir gayeye matuf değildir.

İnsanın farkına varmadığı uzviyetinin hücre ve nesiçlerinin bir senelik yorgunluğu, ancak oruç ile, temizlenmek ve kuvvet bulmak imkânına sahibolur. Günün erken saatlerinden başlayarak, 12-14 saat aç duran bir uzviyetin maddî çırpınışı ile onun taşıdığı ruhun bir rahatlık deryası içinde çalkanışını, bu uzun saatlerin sona ereceği dakikalarda, duymak ve ondan ruhanî bir zevk hissesi koparmak itiyad-ı diniyesine mâlik insanlara, ne mutlu!

12-14 saatlik bu alışkanlığın verdiği ruhanî zevk târif çerçevesine ve tavsife sığmaz...

Ruh adetâ cesede küçük bir isteme kabiliyeti bağı bırakarak namütenahi kâinatın ihtizazları içine karışıyor...

Fakat bu ihtizazlar ancak kâmil, bilgi ve ilim peşinde koşup onun verdiği büyük kuvvetle yoğrulmuş kafa taşıyan müslüman insanlarda kendisini hissettirir...

O hâlde oruç; insan ruhunun uzviyetine bir hız veren taahhüdüdür.

Kur'ân-ı Kerim'e göre:

“İlâhî ve beşerî her taahhüd mukaddestir.”

O hâlde hakikî oruçlu olan insan, mukaddes uzvî ve ruhî bir durum almış olacaktır.

Buraya kadar fertler topluluğunun emr-i ilâhî olarak yapmaları istenen büyük sıhhî ve ruhî kaideler teşrih edildi.

Bu umûmî kaideler içinde fertlerin teker teker yükselme istidad ve arzusunu taşıyanlara ait öğütleri bulup çıkaracağız.

Hicret vuku’a gelmeden evvel Medine'de fevkalade çok sıtmalı.

Senede yüzlerce kişi sıtmadan ölür ve ızdırab çekerdi.

Resûl-i Ekrem Medine'yi teşriflerinde Medine'nin etrafını çok bataklık görmüş ve sıtmanın bu sulak ve pis yerden geldiğini söyleyerek bu işe önayak olarak bir defasında 30 bin hurma fidanı diktirmiştir.

Ve bataklıkları kurutmuştur.

Ebu'l-Berekât'm bitabında yazılıdır:

“Bir yerde hastalık çıktığı zaman o yerde bulamıyorsanız başka tarafa gitmeyiniz, başka yerde hastalık vana o tarafa da seyahat etmeyiniz!” buyurarak ilk karantina usûlünü vaz'eden Cenâb-ı Peygamber'dir.

Bütün hastalıklarda himye, yâni perhizi musirrane tavsiye eden bütün devâların başı budur, diyen Ulu Peygamber'dir.

ALLAH'ın takdir buyurmuş olduğu ömrü rahat yasamak, huzur içinde geçirmek, rızâ-i ilâhîyi kazanmak için: “şunlara kat'iyyen riâyet ediniz!” buyuruyor:

1 - Daima taze yemeklerden yiyiniz!

2 - Çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz!

3 - Çok çiğneyiniz, yavaş yemek yiyiniz!

4 - Yemeğe oturmadan ellerinizi yıkayınız!

5 - Daima yemekten iştihah olarak kalkınız, çok yemeyiniz!

6 - Yemeklerde çok su içmeyiniz!

7 - Kışın daha ziyâde yağlı yemekler, yazın serin yiyecekler ve sebze yiyiniz!

8 - Yemeklerinizde hurmayı eksik etmeyiniz!

9 - Üzüm, hurma, zeytin ALLAH'a şükretmek için size afiyet ve kuvvet verir.

10 - Yorulduğunuz zaman tatlı yiyiniz!

11 - Kırık, çatlak kâselerde yemek yemeyiniz, su içmeyiniz!

12 - Yemeklerde daima neşeli olunuz! Yalnız yemek yemeyiniz!

13 - Yemekten sonra daima dua ederek şükrediniz!

14 - Ayda bir gün muhakkak oruç tutunuz, vücudunuz dinlensin.

15 - Bal yiyiniz, bin derde devâdır.

Bu tavsiyeler binlercedir.

Okuyucularıma bu tavsiyeler gâyet basit gelecektir.

Fakat 1300 sene evveline bir seyahat ederlerse akıl durduran bir hâdise ile muhakkak karşılaşacaklarını anlayacaklardır.

Bunlardan hiçbiri bugün değişmemiştir.

Değişemez ve değiştirilemez de...

Bu kadroya giren her hâdise büyük, cihanşümul ve ilâhî olur..

Son senelerin keşifleri dünya tıbbini değiştirmiş, yeni bir devre sokmuştur. Telezzüz-ü şehvanî : Şehvet lezzetleri.

İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.

Salâbet : Metanet, katılık, sulbiyet. * Peklik, dayanma. Sağlamlık. * Mukaddesatı korumak

hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik) Nesic : (C: Nüsüc) (Nesc. den) Dokular.

İtiyad : (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.

PENİSİLİN...

160 Hicrî senesinde ölen ve 500 kadar telif eseri olan Tavaslı Musa ibn-i Ebû Hayyan'ın El-Hâlis isimli kitabında, göz hastalıklarında, boğaz anjinlerinde

ResûluNâh'm şu tavsiyesi yazılıdır:

“Mantarları alınız, rutubetli karanlık bir yerde üç gün muhafaza ediniz, üstünde küf hâsıl olur. Demir bir şiş alınız, kızdırınız! Soğuduktan sonra üç defa bu küfe sürünüz, göze sürme çeker gibi sürünüz, bu küfü boğaza talâ ediniz!”

Çeyrek asır evvel buna hurafe, saçma ismini veriyorlardı, bugün; küf, mantar, penisilin, son asrın mu’cizesi...

1300 küsur sene evvel Yüce Peygamber penisilini biliyormuş...

Buna tesadüf demeyiniz.

İslâmiyet, namazı, orucu, beş vakitte abdest alınmak sûretiyle temizliği esas almak itibariyle, hiç şüphesiz ki bir hıfzısıhha dinidir.

Tam mânâsiyle dînî emirleri îfâ eden bir müslüman yine hiç şüphesiz ki tam sıhhatli bir insan sayılabilir.

Fakat mes’eleyi bir de ilmî ve fenni bakımdan tetkik edersek, o zaman Resûl-i Ekrem'in ilmî hazakati tebarüz eder ki maksadım bunu îzah etmektir.

Muhtelif hastalıklarda tavsiye buyurduktan bazı hususatı kısaca anlatalım:

Yarım baş ağrısı:

Bizzât kendi mübârek başlarına arasıra yarım baş ağrısı gelirdi.

Mübârek başlarını sıkı bağlardı.

Bir defa da bağının tam ortasına bir defaya mahsus olmak üzere hacamat yapıştırmışlardır.

Diğer etraf ağrılarına derhâl kına koyarlardı.

Göz ağrısı:

Göz ağrılarında daima bol hurma yenmesini tavsiye ederlerdi.

Bir de sıcak gecelerde Arabistan'da yapraklar manzarasında semâdan yağan kudret helvası vardır.

Bu maddeyi sulandırarak göze damlatırlardı.

Bundan başka mantar suyu kullanırlardı ki, bunun penisilin olduğunu evvelce arzetmiştik...

Boğaz ağrıları:

Udu-Hindi denilen bir nebatı ateşte yakar, dumanını nefes ettirirlerdi. Bugünkü tababetin inhâlâsyon yaptırmasının aynıdır.

Aynı zamanda bu madde çok kuvvetli bir antiseptiktir.

Resûl-i Ekrem bunu döverek toz yapar, yaraların üzerine hafif temas ettirirdi. Karın ağrıları:

Daima bal şerbeti kullanırlardı,

Kabız için:

Bunun için “Sınâ” denilen bir nebatı kullanırlardı.

Bu nebat için şöyle buyururlardı:

“Eğer ölüme bir derman bulunsaydı o da sına olurdu.”

Zâtülcemp:

Bu illete udu hindi kullanılmalıdır.

Bu kökte yedi türlü derde devâ vardır:

“Alayküm bi’l-hâzer-ûdu’l-Hindî.”

Bir de bu hastalığa kis-lû’l-bahri denilen bir ot tavsiye ederdi.

Bu ota zeytinyağı ilâve ederek kullanırlardı.

Bu nebatta su çekmek hassası çoktur ve bol idrar verir.

Sulu zâtülcempte ne kadar ehemmiyetli olduğu ortaya çıkar.

Siroz:

Batında su toplanması.

Bunun çok tehlikeli bir hastalık olduğunu buyururlardı.

Henüz yeni sağılan deve sütünün içilmesini tavsiye ederlerdi.

Bu süt derhâl ishâle sebebiyet veriyor, bu sûretle biraz hafiflik vermiş oluyordu.

Mide Hastalıkları ve Üşümesi:

12 dirhem bal 2 dirhem çörek otu 2 dirhem anason 6 dirhem limon kabuğu l dirhem karanfil.

Bir miktar limon kabuğu,

Bir miktar sirke, ateşte iyice hâllolunacak ve bir kahve kaşığı alınacaktır. Şahsen bunu kullanırını, sıhhat verici bir tesiri olduğunu müşahede ettim.

“Eş-şifâ fi selase” hadis-i şerifinde, üç yerde şifâ vardır, buyuruyorlar:

1 - Hacamat

2 - Bal

3 - Key gibi...

Fakat ben kendimi key yapmaktan menederim.

Taun, Veba:

“Şâyet, siz bir yerde bu hastalık olduğunu işitirseniz, sakın oraya gitmeyiniz. Ve şâyet içinizde zuhur ederse bulunduğunuz yerden çıkmayınız.”

Bu mübârek tavsiyeleriyle hastalığın sârî olduğunu keşfetmişlerdir.

Bu sûretle ilk karantina usulünü Kur’ân Resûl-î Ekrem'dir.

Ateşli hastalıklarda:

Soğuk su ile vücudu ıslatırdı.

Zehirlenmelerde:

Derhâl mideyi boşaltmak için kustururlar ve omuzların araşma üç adet hacamat yaparlardı.

Akrep sokmasında:

Tuzlu su içine, sokulan yeri sokarlardı.

Verem:

Zaif, öksürüklü, balgam çıkaran hastaları Medine'den dışarı çıkarır, dağda çobanlarla beraber bırakırlardı, bol bol süt içmelerini tavsiye ederlerdi.

Bu hasta gençler az zaman sonra Medine'ye gürbüz bir hâlde dönerlerdi. Mikrop ve lâboratuvarın tamamiyle meçhul olduğu o karanlık câhiliyet devrinde

Resûl-i Ekrem'in bu hastalık hakkında koyduğu teşhis ve tedavi son derece câlib-i dikkattir.

Bugünkü veremlilerin sanatoryum tedavisi aynıdır.

Cüzzam:

Bu tehlikeli korkunç hastalık için:

“Cüzzamlılardan kaçınız, arslandan kaçar gibi kaçınız.” buyurmuşlardır. Taunlu, veremlilerin derhâl halktan tecrid edilmesini tavsiye buyuran Resûl-i Ekrem karantina usulünü keşfetmiş bulunuyor.

Bu hastalıkların mikrobu ancak içinde bulunduğumuz asırda keşfedilmiştir. Karantina da bu asırda kıymet ve ehemmiyet kesbetmiştir.

Bu itibarla Resûlullah'ın tıb ilmindeki bilgisi, keşifleri ve tavsiyeleri O'nun yüksek ilâhî dehasının ve insaniyete yapmış olduğu hizmetlerin en büyük bürhanıdır.

Perhiz iki kısımdır:

1 - Hastalık tevlid edecek yiyeceklerden kaçınmak,

2 - Herhangi bir hastalığa tutuldukta o hastalığı artıracak şeyler yemekten kaçınmak.

“En büyük sıhhat perhizdedir.” buyurmuşlardır.

Nekahet devrinde perhize daha büyük kıymet verirlerdi.

Sirozlulara bir yudum sudan fazla vermezlerdi.

Sıhhatli insanlara bile fazla su içmemelerini tavsiye ederlerdi.

“Eğer insanlar az su içerlerse, vücudlarının sıhhat ve afiyetini aynı istikamet üzerinde devâm ettirebilirler.” hadis-i şerifi büyük bir hikmet taşımaktadır. “Fahişelere, delilere çocuklarınızı emzirtmeyiniz!”

Üç asır evvel Paris sokaklarında pislikten geçilmezdi.

Fransa krallarından biri bitlenmişti.

Doktoru bir fıçıda sıcak suya girmesini tavsiye etmiş, bu banyodan sonra vücudu rahat etmiş, ve kral doktoruna :

“Senede iki defa bu işi yapmak istiyorum, ona göre hazırlık yapınız!” diye emir vermişti.

M. Pompadour ömründe iki defa banyo yapmış, pis kokuları lavantalarla giderirmiş.

Onüç asır evvel Resûlullah Efendimiz:

“Suyu kâsesi bin altına olsa her gün yıkanınız!” diye bütün beşerîyete haykırıyordu.

O'nun koyduğu sıhhi kaide ve usuller ebediyete kadar devâm edecektir. Sıhhat hakkında söylediği mübârek sözlerin hiçbirisini yerinden kıpırdatacak

bir âlim gelmemiştir.

Gelmeyecektir...

Dünya ve insanlık kıyamete kadar ALLAH'ın birliğini semâlara haykıran minarelerden günün beş vaktinde vecd ve îman ile dolu:

“EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDE’R- RESÛLULLAH” sedalarını dinlemeye devâm edecektir.

Ta’lât : Vecih, yüz. Çehre. * Görünüş. Görüşmek. * Güzellik. * Görmek. şeye çok rağbet etmek.

Hıfzıssıha : (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi. * Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

Hazakat : İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.

Tebarüz : Belli olma, belirtme. Görünme. * İki hasım cenk için meyadan çıkma.

Zâtülcenb : (Zât-ül cenb) Tıb: Akciğer zarı iltihabı. Akciğer veremi.

Batın : Karın

İshal : Mülâyim ve düz bir yere varmak. * Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme.

Selase : Üç.

Sarf : (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider. * Fazl. * Hile. * Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme. * Farz. * Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. Kelime şekli bilgisi.

Morfoloji : Tasrif çeşitlerini, isim ve fiil nevilerini öğreten ilim. * Para bozma.

Karantina : İtl. Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden gelen kişileri, gemileri veya malları geçici olarak tecrit etme şeklinde alınan tedbir. * Hastahanede yatması gereken hastaların kayıt ve kabul işlerinin yapıldığı yer. * Bir bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek üzere hasta olup olmadığı bilinmeyen insan ve hayvanlarla temasın menedilmesi.

Calib : Çekici. Celbedici. Kendi tarafına çekip getirici olan.

Cüzam : (Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.

Tecrid : Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalbten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek. * Edb: Bir şairin

kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. * Soyma, soyulma.

Nekahet : Hastalıktan yeni kalkıp henüz iyileşmiş, iyiliğe yüz tutmuş olmak hâli. Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl. * Fehmetmek, anlamak, bilmek. * Seri intikal etmek. Çok çabuk anlayış.

Tevlid edecek : Duğuracak