DUA

Dua, kulun; naz makamında, kendini Yaratan'a vasıtasız ve büyük bir edeb ve sevgiyle çevirip arzularını, dertlerini açıklamasıdır.

Hâlıkıyla senli-benli konuşmasıdır...

Senli-benli konuşmada teklik gizlidir.

ALLAH teki sever.

ALLAH'a: “Siz!” diye hitâbedemezsiniz,

“Sen” diye hitâbedersiniz.

“Sen” kelimesinde teklik vardır.

Dualar, ahâdiyet mertebesine intikal ederse kabul edilir.

Duanın yapıldığı zaman, ahâdiyete çevrilmiş bir duanın o anda olmaması lâzımdır.

Gece ibâdeti bu makama çevrilenlerin adet itibariyle az olmasından istifâde etmek içindir...

“Gecenin bir vaktinde kalk namaz kıl!” emri:

“Yalnız kalalım!” demektir.

“Namaz mü'minin mi'râcıdır.” denilmesinin sebebi:

Mi'râc, ahâdiyetin bütün esmâları ile esmâlanmak, orada erimek ve temizlenmek demek olduğundandır.

Namaz ahâdiyet mertebesinde kabul edilen yegâne ibâdettir.

Resûl-i Muhterem'in ayakları gidinceye kadar namaz kılması;

“Bunu niçin yapıyorsunuz, bu eziyet niçin yâ Resûlullah?” diyenlere;

“Bu zevkten beni mahram etmek mi istiyorsunuz?” buyurmalarında: “Ahâdiyette senli-benli olmayayım mı?” demektir...

Salâtın asıl mânâsı, dua, niyaz demektir.

“Dua edin vereyim!” buyruğu,

“Ahâdiyette beni bulun, senli-benli olalım!” demektir...

İşte duada çok ince bir mânâ vardır ki araya mesafe sokmak, aralık bırakmak şirk olur.

Onun için istemek, araya mesafe sokmak demektir ki, her yerde hâzır ve nazır, şah damarından yakın olanın senden haberi yokmuş gibi arzunu hatırlatmak olur ki bu mıntıka, işte simdi şirk mıntıkasıdır.

İyisi istememektir.

Bunu anlamak çok zordur...

Bunu anlamak için bir çâre vardır ki buna çalısınız.

ALLAH ile yarış edercesine müsamahakâr, sabırlı, affedici, şefkatli, merhametli olmağa gayret etmek lâzımdır...

Bu hasletler söz ile kısa ve kolay söylenir, fakat insanda tecellîsi ise çok güçtür...

Gece ruhanî, gündüz cismânî âlem remzidir.

Bütün mûz-i ecram karanlığın nâmütenahiliği içinde parlarlar, kendilerini ancak karanlıkta gösterebilirler.

Karanlık namütenahi mülk-i ilâhîde aydınlığa nazaran çok galiptir.

Ruhanî âlemdeki nûrun temsili kamerdir.

Kamer aynı zamanda ruhun âlemidir.

Bedri-tâm zamanında ruhanî çalışmaya delâlet eder.

Gece namazı Resûl-i Ekrem'e farzdır.

“Şakku'l-kamer” hadisesidir de niçin “Şakku'l-şems” değildir?

Hiç düşündünüz mü?

Kudret-i Sübhaniye “SETTÂR” esmâsı kanalından tecellî eder de ondan... Ecrâmın karanlıkta parıldaması ibâdetin karanlıkta olanının parlak olacağına işarettir.

Güneş aya giriyor.

Niçin ay güneşe girmiyor?

Hem ay küçük olduğu halde...

Bu, bütün mevcudatın yok olacağına ve “SETTÂR”'in içinde kaybolacağına ve ruhun bâki olacağına işarettir.

(Bu cümleyi bir-iki defa tekrar ederek okumanız rica olunur!)

Ruhanîyetin daimi olarak cismaniyete hâkim olduğunu ifâde eder.

Bundan dolayı gece yapılan ibâdet ile gündüz yapılan ibâdet arasında muazzam fark mevcuddur...

Gündüz cesedin ibâdeti,

Gece ruhun ibâdeti yapılır...

Mi'râc bile gece vâki' olmuştur.

“HAYY” esmâsının tecellîsi daima “SETTÂR” esmâsı ile kapanarak, örtülerek olur...

Hangi tohum örtülmeden, intaş eder?

Arı balını yaparken kimseye göstermez,

İnsan alâkası gizli olarak büyümeye başlar,

Ölünün cesedi bundan dolayı defnedilir...

Vahiy gelirken:

“Üzerimi örtün!” diye Cenâb-ı Resûl'ün buyurması, sıcak iklimde üşümesinden değildir.

“Beni örtün!”...vahyin şiddetinden husule gelen ihtizazın örtülmesi, görünmemesi,

“SETTÂR” esmâsına karşı Resûl edebinin ifâdesidir...

Cenazeyi tekfinde de bu edeb yapılır...

Setr-i avret HAYY esmâsının tezgâh ve teferruatı olan yerler için emrolunmuştur...

Edeb yeri aşikâre olan hiçbir canlı mahluk yoktur...

Hepsi fıtrî yaradılış icabı bir uzuv kısmı ile örtülüdür...

Kimi kuyruk, kimi gulfe, kimi kıl, kimi tüy ile örtülüdür.

Yalnız insanlarda bu gibi yaradılıştan anatomik bir örtü olmadığından, insanlara telebbüs lüzumu haricî te'sirattan sıyânet bahanesiyle setr-i avret mecburen ve habersiz yaptırılmıştır...

Örtü “SETTÂR”'in naibidir.

Esmânın dünyada naibi varsa evvelden mevcuddur.

Naibi yoksa sonradan emirdir.

Yegân : f. (Yek. C.) Birler. Tekler. Teker teker.

Yegâne : Tek olan.

PEYGAMBERİMİZ (s.a.v.) İN SAĞLIĞA DAİR DÜŞÜNCE VE BUYRUKLARI Hazret-i Resûl büyük bir hekimdi.

Tıp sahasındaki buyruklannı anlamak için O'nun mübârek hayatlarını başından sonuna kadar tetkik etmek icâbeder.

1300 şu kadar sene evvel müjdelediği büyük din tetkik edildikte, bugünkü tababetin temeli olan cismânî ve ruhanî bir temizlik ortaya çıkar.

O devirdeki cehâlet neticesi insanlar ve cemiyet içerisindeki pislik hem gıdâî, hem cismânî ve hem de ruhanî idi.

Bu mülevves insan yığınları muhitinde emsalsiz bir cevher temizliği ile bütün cihana ilâhi bir ibret numunesi olarak Resûl-î Ekrem ortaya çıkıyor.

Beşerîyet, cehâlet ve pislik içinde kurumuş, odun yığınları gibi asırlarca kendilerini hem cismânî hem ruhanî girdap içinden kurtaracak, bir müncî beklediler.

Resûl-i Ekrem Hirâ dağından ilâhî bir şimşek gibi cehâlet ve dalâlet içinde bekleyen bu insan kitleleri içine inmiş ve beşerîyyet birden alevlenerek temizlik deryasına doğru akmağa başlamıştır.

“Lâ ilahe illallah” nidâsiyie Hazret-i Resûl kendilerini çevreleyen muhterem

sahâbîlerine, sağlık kaidelerini, dînî şekilde tavsiye buyurmağa başlıyor...

Her şeyden evvel temizliği dînin esası olarak kabul ediyor ve temizliği mertebe mertebe

yükselterek ALLAH'ın sevgili kulu olmağa en büyük şart koşuyordu.

Nihâyet temizlik îmandan bir rükün oluyordu.

Temizliğin îmandan olduğunu bütün beşerîyyete ilân eden Hazret-İ Resûl, bu temizlikten büyük bir mânâ kastediyordu.

0 zamanki dalâlet ve cehâlet içinde yüzen sıcak ve cehennemi muhit sakinlerinde pislik tasavvurun fevkinde idi.

Evler, elbiseler, vücudlar pis koku içinde ve vahşet hâlinde îdi.

Çekirgeden yılana kadar bütün hayvan etleri ve her türlü temizlikten uzak gıdalar mideleri doldurmakta idi.

Fahişelik itibârda idi.

Kadınlar erkeklere tenasül azalarını teşhir edecek kadar fuhuş almış yürümüş, hırsızlık, şekavet ve nihâyet taş parçası olan putlara tapmak bir din hâlini almıştı.

Hazreti Peygamber'in istediği temizliğin çevrildiği noktalar bu pislik deryasına doğru idi.

Muhterem sahabilerinden ısrarla istediği şeyler şunlardır:

Bunlar islâmiyet'e girme ve yükselme esaslarının başlangıcıdır.

1 - Yiyilecek ve içecek şeylerin temizliği,

2 - Muhit temizliği,

3 - Vücud temizliği,

4 - Ruh temizliği.

Bu esaslara bağlı olarak hayatlarını koruyanlar için uhrevi büyük mükafatların kendilerini bekleyeceğini haykırıyordu.

Asıl garibi ve ehemmiyetli olan cihet, söyledikleri mübârek tavsiyeleri çocukluk yaşından beri kendilerinin harfiyyen tatbik etmesidir.

Hazret-i Resûl'ün yüksek insaniyet ve şefkat hisleriyle dolu bir hazine olan mübârek kalbi, beşerîyyetin her türlü süfli felâketlerine cihanşümul bir hassasiyetle acımış ve onların düzelmesi için büyük ve emsalsiz gayretler göstermiştir.

Namütenâhîliğin boğulduğu derinliğin içinden gelen, dünya sakinlerine helâl yolları haykıran bir ses...

Bu ses, kâinatın geniş göğsünden fışkırmış bir volkan hâlinde İlâhî bir hayat külçesi gibi Arabistan çöllerinde dünyâya ayak basıyor..

Zîrâ dünyâların Hâlık'ı Ona dünyâyı ve ruhları tutuşturmasını emredecektir...

Hazret-i Resûl-i Ekrem kemâl devrinde insanlığa ALLAH'ın emirlerini getirmek için gökten yere indirilmiş; bir insan ruhu hâlinde namütenahi geleceğe doğru fırlatılmış ilâhi bir ok gibi bütün insan kalblerine girecektir.

Maddi kıymetlerin ruhanî kıymetler yanında bir hiç olduğunu dünyâya isbat için indirilen bu ruh, evvelâ bedenin gizlediği ve kendisine mânâ verdirdiği ruh, ahlâk için, bedenin temizliğini, onu besleyen, yıkılmamasını temin eden gıdanın temizliğini, sonra ruhun temizliğini sağlayan kaideleri, ilâhî bir süzgeçten geçirdikten sonra ilâhî sesler hâlinde yayıyordu.

Ahlâk, adalet, doğruluk, merhamet, fazilet süzgeçlerinden ruhun geçmesini tavsiye ediyor ve bu merhâleleri teker teker kat'etmeğe uğraşan ferdin, nihâyet fertlerin topluluğu olan cemiyetin tasfiyesine giriyor, birlik, kardeşlik, yekdiğerine hürmet, hak tanıma ile cemiyeti ıslâh kaideleri koyuyordu.

Tasavvur ediniz ki, vahşet ve her türlü pislik diyarı Arabistan çölünü ruh mâmuresi hâline az bir zamanda ulaştırıyor.

Bu sûretle maddî kıymetler temizleniyor ve ruhanî kıymetler yükseliyordu. İslâmiyet teessüs etmiş, mukadder merhâlelerine doğru, azîz ve İlâhî ruhun mürşidliği altında ilerliyordu...

Bu yükselme şartları arasında bizim mevzu’muz sıhhî ve tıbbî bakımdan olanıdır.

Bu mevzu’ üzerinde büyük islâm mütefekkir ve hekimleri uğraşmışlar, birçok sıhhî kaideleri toplamışlardır ki bir mecelle hâline gelmiştir.

İşte bunlara “Tıbb-ı Nebevi” ismini veriyorlar.

Kültürel öğüt ve tavsiyeler umûmî bakımdan beş kısım arzeder.

Ve tetkik edilmeğe ve bugünün bunalmış ruhlarına haykırmağa değerin üstünde bir hak kazanır...

Bugün insanlığın birinci plânda ehemmiyet verdiği sağlık esaslarını en doğru, en ilâhî ve değişmez şekilde tavsiye buyuran büyük hekim Hazret-i Resûl-i Ekrem Efendimiz'dir ki; koyduğu kaideler bugün değil yarın bile değişmeyecek, kıyamete kadar sağlık düsturu olarak kalacaktır.

Bu sağlık kaide ve düsturları şu sûretle hulâsa edilebilir:

  1. Sağlam bedenin devâmlı sağlam kalabilmesi için kaideler.
  1. Ruhun sağlam ve kemâle ermesini sağlayan kaideler.
  1. Hasta bedenin ve hasta ruhun tedavisi için usûl ve kaideler.
  1. Beşerin hayâtı müddetince ferdi ve kitleyi olgun hâle getirecek hem maddî ve hem ruhî muvazeneyi temin için kaideler.
  1. İslâm cemiyetinin ruhî ve maddî disiplinini temin yolundaki kaideler.

Resûl-i Ekrem insanoğlunu salâh yoluna davet ederken:

ALLAH'dan başka mabud yoktur. O, birdir.

Bütün akıl yoran kâinatın HÂLİK’ı O'dur.

Beşerîyyeti vahşet devrinden bugünkü hâle getirmek için, HÂLİK’'in bir vasıta ile, ilham ile, beşer oğlunu derece-i tenevvüre getirmek gayesiyle birçok mürşidler ve Peygamberler gönderdiğine ve Hazret-i Resûl'ün son mürşid olduğuna, zîrâ beşerin derece-i idrâke vardığını kabul buyurarak O'nu Hâtemü'l-Enbiyâ olarak tâyin ettiğine, getirdiği Kitabın ALLAH kelâmı olduğuna inanacaksın, ondan sonra da sana kemâle ve salâha gidecek yolun anahtarı verilecek...

Kemâl devrine, bu kaideleri insiyakına geçirdikten sonra şuûruna geçirmeğe başladığın anda kavuşacaksın...

Temizlik libasiyle, doğruluk ayağıyle, adalet asâsiyle, ilim feneriyle, alın teri azığıyle vücud sahrasını katedeceksin...

İnsanı hüsrana götüren her türlü hülyalar ve kötü şeylerden vazgeçip; insan-ı kâmil olacaksın.

O zaman yaratıldığın toprak sana şunu fısıldayacak:

Ağlama ey insanoğlu!

ALLAH seni benden yarattı, yine bana vereceğini va'detti.

Borç, vermekle ödenir,

İşte o zaman bu yola namzet dünya sakinleri, arkandan:

“Çok iyi insandı, temizdi. Nûr içinde yatsın!..”

Temennisinde bulunacaklar...

“Temizlik imandandır.”

Düsturu, vücûdun sağlam kalmasını temin edip, her türlü kir ve pisliklerin vücud üstünde toplanmasına mâni teşkil etmektedir.

“Suyun kâsesi bin altına olsa her gün yıkanın.” sözü temizliğin mutlaka lüzumlu olduğu ve bundan kaçınmanın imkân haricinde bulunduğunun ifâdesidir.

Bu mes’ele umûmî olmakla beraber biraz da ferdî kabiliyete bağlıdır.

Fakat bedenin daha şümullü ve herkese râci olan temizliği abdest ve gusüldür.

ABDEST:

Vehleten temizlik gayesine matuf dînî bir hareket olarak görülür.

Böyle olmakla beraber temizliğe ruhun söz vermesinin bir “Taahhüd Senedi” mahiyetindedir.

O hâlde abdest, temizlik üzerine temizlik değildirbağbağbağ.

Su bulunmayan yerde toprak ile abdest, yâni teyemmüm yapılır.

Toprak esasında maddî temizliği yapamaz.

O hâlde esas ruhî bir disiplinin insan benliğinde teyemmüm esasına dayanmaktadır..

Tababet : Hekimlik. Doktorluk.

Mülevves : Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış. * Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. * Tazelenmek için suda ıslatılmış şey. * Karışık, intizamsız.

Muncî : İncâ eden. Kurtaran, necat veren. Resul-i Ekremin (A.S.M.) insanların azabtan kurtulmasına ve dünyâ ve âhiret saadetlerine sebeb olmasından mübarek isimlerinden birisi de münci olmuştur.

Münci : İncâ eden. Kurtaran, necat veren.Resul-i Ekremin (A.S.M.) insanların azabtan kurtulmasına ve dünyâ ve âhiret saadetlerine sebeb olmasından mübarek isimlerinden birisi de münci olmuştur.

Kitle : Kütle. Yığın. Küme. * Mâden, taş gibi şeylerden toplu şey.

Ma’mure : İnsanların bulunduğu bayındır yer. Ma'mur olan yer. Şehir, kasaba.

İnsiyak : Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.

Derece-yi tenevvür : Parlama, ışıldama. * Bir şey hakkında bilgi sahibi olma. * Münir ve münevver olmak. Aydın olmak. Nurlanmak derecesi.

Vehleten : yanlış anlamadan dolayı.

TAAHHÜD ŞUDUR

“Yâ İlâhî! Huzuruna çıkmak, secdeye kapanmak, Sana şükretmek arzusundayım, irâdem dâhilinde bulunan bütün muzır ve günah diye emir buyurduğun şeylerden kendimi tutacağıma söz veriyorum!

Elimde olmayanlardan beni muhafaza et de şükrümü tamamıyle yapmış olayım!”

O hâlde bu hareketle ruhu bir müddet için bir taahhüde alıyoruz.

Yellenme ile abdestin bozulması, iraden dâhilinde bulunan muzır şeylerden, kendini tutacağına dair, verdiğin niyet ve sözün, bozulmasındandır.

Taahhüd bozulunca tekrar taahhüdü yerine getirmek için abdest almak lâzımdır.

Burada psikoloji üzerinde ruhî bir muhasebeyi insanlarda tesis etmek ve bu sûretle ruhî temizliğe doğru yürümek yolunda ruhî ve harekî bir insiyak temin edilmektedir.

Bunun için sağlık bakımından faydalı olan hususat insiyaka geçtikçe vücud o iyi ve faydalı iş için disipline girmiş, demektir.

Ruhî ve harekî insiyak teşekkül edince vücud bir intizam içinde işler.

GUSL, GUSUL:

İşlenen büyük bir zevkin karşısında, ruhî ve aklî unutkanlığı, tekrar, normal olarak, âdeta uykuda olan ruhu, uyanmağa davet mahiyetindedir.

Gusül, ruhî ve uzvî bir harekettir.

Zîrâ meni ve pislik tıbbî bakımdan mukayese edilecek olursa, pisliğin meniden daha mülevves ve mikroplu olduğu ortaya çıkar.

O hâlde def-i hacetten sonra gusül icâbetmeyip meni geldikte icâbetmesi, pislik mefhumu bakımından değildir.

Meni geldikçe şahıs iradesini kaybediyor, bu anda her şeyi unutuyor.

Bu vücud makinası doludizgin en yüksek tevettür hâlindedir.

Gusül vücudun bir tövbesi, ruhî âletin istikrar muhasebesi mahiyetini almış oluyor ve bu suretle psikolojik muvazeneyi temin ediyor.

TAHARET:

Büyük ve küçük abdestten sonra su ile temizlenmek esasına dayanmaktadır. Su ile yapılan, taharet “anüs”, yâni “ferç”'te toplanan pislik parçalarının giderilmesi esasıdır.

Tibbî istatistiklere nazaran ferç kanserleri ve çatlakları taharet yapanlarda görülmüyor.

Zira mevad-ı gaita kuruduğu zaman deri gerginleşiyor, çatlak husule geliyor ve yaraların tekevvününü mucib oluyor.

Bilâhare bir tahriş, nüvesi olan bu yerde habis urlar teşekkül ediyor.

Tırnakların haftada bir defa kesilmesi, dişlerin misvak ile yıkanması, tenasül yerlerindeki kılların muayyen zamanlarda tıraş, edilmesi, saçların taranıp îcâbederse kestirilmesi, vücud sağlığını tehdit edecek her türlü mikropların vücudda temerküzüne mani olmak için tavsiye edilen sıhhî kaidelerin birinci şartlarıdır.

Bu küçük gibi görünen fakat 1300 sene evvel konmuş kaidelerin doğurduğu esaslara riâyet eden İslam ordularının, tarihimizdeki büyük hakanların, cihangirlerin binlerce askeri seferleri tetkik edilecek olursa hiçbirinde sarî bir hastalık çıkmadığı görülür.

Ehl-i salib orduları yüz sene zarfında o kadar sefer yapmıştır.

Hepsinde sâri hastalık çıktığı târihen sabittir.

Bu kaidelerin dînî mahiyet alışı türlü ihmalkârlığı ortadan kaldırmıştır. İslâm Dinindeki temizliğin maddî kısmı insan vücûdunu evvelâ kesin olarak bir disiplin altına sokuyor (alıyor), disipline alışan vücud bu kaideleri insiyakına naklediyor ki bir zaman, düşünmeden, bu sıhhi kaideleri tatbik ediyor.

Bu kaidelerin dînî sekil alışı, câhili de, münevveri de aynı insiyakı kullanmağa alıştırıyor, câhil aslını bilmeden temizleniyor, münevver, pisliğin tevlid edeceği beden için fenalıkları idrâk ederekten...

Münevver bir dindar, misvakı dişlerini temiz tutmak için kullanıyor.

Câhili, Hazret-i Resûl'ün sünnetidir, diye kullanıyor.

Hazret-i Resûl'ün tavsiye buyurduğu kaideler, vücud temizliğinde anlayış farkı yarattığı gibi, vücudu bilaistisna demokratik sıhhî bir disiplin altına alıyor.

Hazret-i Resûl'ün bu çok güzel tavsiyesine misâl olarak küçük bir müşahedemden bahsedeceğim:

Bir târihte seyahat ediyordum, küçük bir kasabada bir handa kalmak mecburiyeti hâsıl oldu, kaldığım odada hoca kılıklı ve câhil bir arkadaş yatıyordu.

Kasaba adetâ köy gibi bir yerdi, uyuyamadım.

Gece yarısını geçmişti, hoca yatağından uyandı, odada yanan küçük gaz lâmbası hocayı farketmeme müsaade ediyordu, masanın üzerinde duran su testisini aldı, avucuna biraz su döktü, sonra ellerini oda içerisinde yıkadı, sonra da bardağa su dökerek içti ve tekrar yattı...

Bu adamcağızın elini yıkaması, sonra da bardakla su içmesi belki tuhaf gibi geliyorsa da hoca bunu gayriihtiyârî yapmıştı.

Zîrâ bu dindar, temiz, fakat câhil adam Hazret-i Resûlün şu tavsiyesini insiyakına sindirmiş mübârek bir zât idi:

“Uykudan uyandığınız zaman ellerinizi yıkamadan bir yere sürmeyiniz...” (Hadîs)

tavsiyesini insiyaki olarak tatbik ediyordu.

Zîrâ uykuda haberi olmadan insan bir tarafını kaşıyabilir, ellerin ve tırnakların bu hâliyle bir yere sürülmemesi esasına müstenid bu mübârek tavsiyede, gâyet ince ve büyük bir temizlik prensibi gizlidir.

Bir insan yüzünde toplanmış olan güzellik yalnız fizikî güzellik değildir.

O yüzde, iyilik ve ilim parlaklığının ve ruhanî şeffafiyetin ifâdeleri de vardır. Bunları, dünyayı tetkik ettiğimiz melekelerimizle değil, inanma denilen meleke ile idrâk eder ve görürüz.

Bu meleke ile insan görünmeyen mevcudatın delillerini keşfedebilir.

Bu kudretin açıkladığı manzara hududsuzdur, işte insana tekâmül merhâlesi yaptıran,

olgunlaşmak imkânları sağlayan bu melekesidir.

Ruhun kemâle ermesi, ne yalnız çırılçıplak, kuru, objektif tabiat bilgileriyle ne de riyâzî ilimlerle temin edilemez.

Bütün kâinat bir fizikçinin kafasından çok daha geniştir.

Ve orada bu kafaya sığmayan sayısız buutlar, sayısız ihtizazlar mevcuddur.

Biz bu üç buutlu âleminin kesif maddelerinden yapılmış dimağ hücreleriyle duymaktan

ve düşünmekten kendimizi kurtarmadıkça etrafımızdaki kaba tezahürleri tesbit ederek ruhanî âlemlerin tezahürlerini ne anlayabiliriz, ne de bunlar hakkında bir fikir edinebiliriz, öyle bir had gelir ki maddî idrâk durur, bundan ötesini ya inkâr eder veya maddeye gayri maddilik ismini yapıştırırız. Gözlerimizin görebileceği, hâdiselerin arkasında, ne gibi hâdiselerin cereyan ettiği, ancak, vakitlerini fedâ ederek bu işe verenlere müyesser olur.

Şuûr dediğimiz zaman, ruhun kendi içindeki umûmi bilgisi hatıra gelir.

Ruh, kendi varlığındaki umûmî bilgi ile müessiriyet kudretini haiz bir nûr-ı ilâhîdir.

Ruhun, maddî kâinatta, cesede girerek bulunması, ebedî varlığına intikâl için, bir merhâle geçirmesi demektir.

Ölümden evvel, insanın bir varlığı mevcuddur ki, biz maddi hasselerimizle insanın bu varlığını tanırız, ölümden sonra, bu varlık kaybolur ve bu sûretle bir insanı ebediyyen kaybettiğimizi zannederiz.

Ölüm bir zarurettir.

Bu zarureti anlamak, insanda tekâmül ihtiyacı ve maddi kâinattaki varlığının zaruretini anlayıp, kabul etmekle mümkün olur.

Ölümün eşiğinde bulunan insanda, ölümle hayat arasında şiddetli bir mücâdele vardır.

Fakat dikkatli bir müşahid bu tabloyu seyrederken görür ki, burada dağılmak veya başka maddî bir şekle inkılâbetmek istemeyen fizikoşimik bir varlığın değil, fizikoşimik varlığını bırakmak istemeyen ve meçhul bir diyara doğru sürüklenip gitmekten endişe duyan başka bir varlığın karşısında bulunmaktadır.

Hele o mücâdelenin, hayâtını fena kullanmış veya insanî fikirlerle beslenmemiş kimselerde daha şiddetli olması o şâhidin dikkat nazarını çeker.

Bu şunu ifâde eder ki, ruhun cesede girmesi, dünyâda bir şeyler öğrenmesi içindir.

Doktor olmam bu hâdiseyi çok defalar müşahede edip tetkik etmeme müsaade verdiğinden bunu kendi müsbet bir kanaatim olarak söylüyorum.

Dünyâda iyilik ve insanlık kelimeleriyle ifâde edilen ve kemâle doğru giden yollardan geçmemiş kimselerde, ölüm ânında şiddetli ve çetin olan bu mücâdele, kemâle susamış ruhun cesedi bırakmak istemeyişinin ifâdesidir. Zîrâ ruh dünyada îcâbeden ruhanî terbiye ve malûmatı almamıştır.

Kemâle ermişlerin ölümlerinde büyük bir huzur ve rahatlık göze çarpmaktadır.

Can çekişenlerin ve etrafındakilerin, ölüme mâni olmak için, gösterdikleri bütün gayretler, boştur.

Ne doktorun ilâçları, ne hasta yanındakilerin kuru tesellileri ve ne de bizzât hastanın ölmemek için yaptığı mücâdeleleri, faide vermez.

Bütün gafilce ve câhilce mukavemetleri ölüm, sonunda muhakkak kıracaktır.

Nihâyet hastanın şuûru bulanmağa başlar.

Bir uyuşukluk, hattâ tatlı bir istirahat hâli teessüs eder.

Bütün ağrılar diner, ızdırablar durur, hasta bütün hayâtı müddetince geçirdiği ölüm korkusunun beyhudeliğini kendisine haber veren bu ilk alâmetlerin ekseriya henüz mânâsını anlayamaz, fakat artık mücâdele kalmamıştır.

Yalnız cesedde görülen şey, ruhun ondan kurtulmak için, yapmakta olduğu sarsıntılardır.

Yalnız maddelere mahsus olan bedenin âtıl hâli bir anda teessüs eder, insan mânâsız bir hâl alır.

Yüzde toplanmış olan ruhanî şeffafiyetin güzelliği kaybolur.

Fizikî güzellik mânâsız, adetâ korkunç bir hâle inkılâbeder.

Böylece bir taraftan hasta hakikî hayâtına girerken, diğer taraftan, etrafındakiler, hâlâ işin farkında olmadan, onu ölümün pençesinden kurtaramadıklarına üzülürler.

Eğer onların bu arzusu tahakkuk etse ve hastanın fikrini sorabilseler, hasta çok defa bu isteği şiddetle reddedecek ve yoluna mâni olmamalarını onlardan isteyecektir.

Bu, hastanın maddî kısımdan biran evvel kurtulmak arzusudûr.

Bütün şiddetli gayretlerine rağmen bedenîn kuvvetli bağlarını müşkilâtla koparan ruhun bedende tezahür eden çarpışmaları da ekseriya dışardakiler tarafından yanlış, tefsirlere uğrar.

Pek az kimse bunun, kurtuluş yolunda sarfedilmekte olan, ulvî bir cehd olduğunu anlayabilir.

Arasıra işitilen çeşitli sızıltılar, cesedde görülen silkinmeler ruhun, serbestlenmek için gösterdiği gayretlerin, dünyamızdaki son maddî tezahürleridir.

Ruh hemen hemen bedeni bırakmış gibidir.

Hayat sahibi bir yüzün mütemadiyen değişen ifâdeleri artık bu cesedde kalmamıştır.

Yalnız son bir tek ifâde orada sabit olarak yerleşir ki o da, ruhun cesedde tecellî eden son duygularına ait bazan korkunç bir ızdırabın başında derin ve ulvî bir huzurun ifâdesidir.

Hayâtı manevî huzurla geçen kimselerde, Kasas sûresindeki;

“Maddî kıymetler ruhanî kıymetlerin yanında bir hiç...” olduğu ifâdesi şahsî olarak anlaşılır.

Dünyada bulunmamız birçok maddî icablardan doğma hâllerden geçmemizi intâc eder.

İşte ölüme varıncaya kadar kemâle ermenin mânâsı budur.

Bu hududa varmak için lüzumlu kaideler islâmiyet'in en büyük emirleri arasındadır.

Bu kaideleri teker teker teşrih edelim:

Muzır : (Muzırra) Ziyân veren, zararlı, zarara sokan.

Hususat : (Husus. C.) Hususlar, bakımlar, işler. Tarzlar, şekiller.

Mes'eleler. Maddeler.

Meni : Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma.

Tevettür : Gerginleşme, gerilme.

Anüs : Sindirim sistemi boşaltım ucu. Dübür.

Ferç : Yarık, çatlak. Korkulacak yer. * Ud yeri. Dişi tenasül âleti.

Habis : Kötü,alçak, soysuz.

Mevad-ı gaita : Dışkı maddesi.

Misvak : Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.

Tenasül : Türemek. Nesil yetiştirmek. Üremek. Birbirinden doğup türemek.

Temerküz : Merkez tutma, merkezleşme. Bir merkezde toplanma. * Yığılma. Birikme.

Ehl-i Salib : Haçlı ehli.

İnsiyak : Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.

Müstenid : Dayanma. Güvenme. * Sened veya delil söylemek, göstermek.

Buut : Boyut.

Müessir : Te'sir eden. İz bırakan. Te'sirli. Dokunaklı. * Hükmünü yürüten. * Eserin sahibi.

Teessüs : Temelleşmek. Yerleşmek. Kurulmak. Teşekkül.

Âtıl : (Âtıla) İşlemez. Boş. Tenbel. * Bozulmuş.

Tekevvün : (C.: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş. * şekillenmek. * Var olmak.

Tevlid : Çocuğu doğarken almak. Doğurmak. Doğurtmak. * Mc: Sebep olmak, vücuda getirmek. * Beslemek. Terbiye etmek.

İntâc eder : neticelendirir.

Teşrih : açıklama, izah.